Naim Dilmener

Naim Dilmener

ndilmener@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Rafet El Roman’ın (“Yalancı Şahidim” ve “Sürgün” gibi şarkıların katkısıyla) yeniden ya da ikinci doğuşunu borçlu olduğu Ender (Gündüzlü), uzun süredir hazırlıklarını sürdüğü duyulan ilk albümünü nihayet tamamlayabildi.
Adından (“Enderin”, İkon/Milhan) ön kapağına, iç kapaklardaki fotoğraflardan tasarımına kadar, “Ben farklıyım; diğerlerinden farklıyım!” diyen bu albüm, hakikaten de farklı.
Rafet El Roman’a verdiği ve yukarda adlarını andığımız şarkılardan da kolaylıkla anlaşılacağı gibi, İsmail YK ve şürekasının civarından geçmemiş bir müzisyenle karşı karşıyayız.
Civarından geçmek bir yana, bu “civar”ı ciddiye almayan ama onlarla didişmek-sürtüşmek yerine, cevabın, verilmesi şart olan cevabın “şarkı” ile  yalnızca şarkı(lar) ile verilmesi gerektiğini düşünen bir genç yaratıcı-solist ile karşı karşıyayız.
Kendisinin ve kendisinden yola çıkarak “bugün”ün şifresini çözmüşlerden de Ender.
Elinde yeterince, hatta yeterinceden de fazla (RER ile yaptığı çalışmalar pek de “sakin”, pek de “yolunda” gitmemiştir; bu süreçten hanesine yazılanlardan, tefrika bir magazin programı bile çıkabilirmiş) malzeme-bilgi-ayrıntı olmasına rağmen; “başa gelen çekilir” demiş, işine, yeni şarkılarına bakmıştır.
Başına bir şey gelmediği için bir şey de çekmek zorunda kalmamışların, sabah akşam ekranları gözyaşlarına boğduğu, gözyaşları ile ekran ve “hane”leri suladığı şu çağda, önemli ama çok önemli bir özellik bu; sesi-yeteneği-çaldıkları-söyledikleri kadar önemli bir özellik.

Sakın benzeme

Ender’in şarkıları da, farklı ve kendine özgü. Düşündükleri, duyguları, ruhunun fırtınaları kendi sözleri-kendi sesleriyle sızmış şarkılarına.
Ne (mesela Doğuş gibi) piyanist-şantörvari ağlamalar-gırtlak oyunları var bu şakılarda, ne de (mesela Suat Suna gibi) düzgün şarkı söyleyeyim derken, şarkıyı kurutup kurutup bırakmalar.
Ne de (bu “şekil”in temel unsurlarından biri olan Rafet El Roman gibi), “Türkçe’yi doğru dürüst konuşsam-tonlasam-telaffuz etsem ne olacak; bütün dünya İngilizce İngilizce akmaya başlamışken, buna ne gerek var?” diye düşünüp, “dil”in anasını ağlatmalar mevcut.
Temiz şarkılar, daha da temizce söylenmiş. Hem de, çok ama çok emek sarfedilmiş alt yapıların üzerinde, pırıl pırıl parlayacak kadar temizce.
Bu albüm ile ilgili söylenecek, negatif demeyelim de, pozitif olmayan şeylerden biri ise Ender’in Tarkan takıntısı. Vokal, özellikle bazı şarkılarda çok fazla Tarkanvari.
Aslında bu bile normal karşılanmalı; bu kadar kusur, artık “kadı delikanlısı”nda normal görülür oldu. 70’lerin her genç kadın şarkıcısının, baştan aşağı Ajda Pekkan kesilmesine (90’larda ise, ibreyi Sezen Aksu’dan yana çevirmesine) benzer bir etkisi var Tarkan’ın, genç erkek vokalistlerin üzerinde.
90’lar usulü ‘süper star’lığa giden yolun öncüsü Tarkan ve onun şarkıları, onun havası ile büyümüş gençlerin, onun izinden gitmesi olağan karşılanmalı.

Onlar yanlış biliyor

Olağan karşılanmayacak, olağan karşılanmaması gereken şey ise bazı şarkıların insana verdiği, “Ben bu melodiyi bir yerlerden biliyorum,” hissi.
Bu da vardır, hep vardır ama, ne yazık ki normal karşılanacak bir şey de değildir. “Seni Düşünürken” adlı şarkının intro’suna, Mazhar Fuat Özkan’a bir selam çakma kabilinden “Sufi”msi bir hava verilmiş. Bu bile tuhaf ama, sonrası daha da tuhaf gelişiyor. Şarkı yolunu değiştiriyor ve bulunan yeni yol da, Ömür Göksel’in “Sevemem Artık”ı oluyor; ardından gelen ise, bir Yıldırım Gürses şarkıları “bileşkesi”.
“Sakın Ağlama” adlı şarkıda ise bundan, bu kadarından fazlası var. Candan Erçetin’in “Onlar Yanlış Biliyor” şarkısının iskeleti etrafına örülmüş bu şarkı da. “Unut geç olmadan”la başlayan bölüm mesela, “Aynada üzgün yüzüm”ün, kıyısından filan değil, tam ortasından geçiyor.
Ama, “Çok övdük bu genci; bir elimizle verdiklerimizin birazını, öbür elimizle geri alalım,” gibi kabul edilse, çok daha iyi edilecek bu son söylediklerimizi önemsemeyin ve Ender’e, “enderin” saygı ve sevgilerinizi sunmakta, kusur etmeyin.

Haberin Devamı

GÖKKUŞAĞI
Hepsi, 4 Yüz ve Murat Boz bir araya gelse-getirilse ve kendilerini çok sevdirmiş oldukları çocuklara bir kıyak çekse; mesela, altta mandolinlerin su gibi aktığı bir “Fış Fış Kayıkçı...”yı birlikte seslendirse, bütün çocukların ol(a)masa bile, yuva yaşındakilerin kalplerini fethetse, KEŞKE OLSA.