Naim Dilmener

Naim Dilmener

ndilmener@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Müziğin (her şeyle birlikte) ayaklar-postallar altında ezildiği günlerin, büyük sürprizlerindendi Gündoğarken.
Mazhar Fuat Özkan’ın “önlenemez tırmanışı” sürmekte, kalpleri bir nebze olsun ferahlatmaktayken, bir de Gündoğarken çıkmıştı karşımıza.
“Amca” İlhan Şeşen, çakı gibi iki yeğeni Gökhan ve Burhan’ı yanına almış, yollara-sahnelere çıkmıştı.
“Hayat bu; kader deriz, şans deriz, talih deriz...” ya, zaman da müsaitti, biz de öyle ve derken, Gündoğarken dolmuştu gecelerimize.
Tabiri caizse, en alt basamaklardan dahil olmuşlardı bu işe. “Memleketi ve sizi kurtaracağız!” iddiasında değillerdi. Usul usul söylemeye başlamışlardı şarkılarını.
Cuntanın “beyaz ve boş bir sayfa”ya çevirdiği bilincimize el atmaları gerektiğini biliyorlardı; hem altına, hem de üstüne.
Üzerimizdeki ölü toz ve toprağını, cuntanın ısrarlı “cinsiyetçi” tavırlarına karşı durarak silkelemeye başladılar.
O zamanlar, sıkı bir demokrat olan Levent Kırca ve o zaman-bu zamandır iflah olmaz bir muhalif olan Ferhan Şensoy ile bazı ortak projelere giriştiler. “Kadıncıklar” ve “İçinden Tramvay Geçen Şarkı” başta olmak üzere, bazı oyunların müziğini yaptılar; bu müziği oyun içinde canlı çaldılar-söylediler.
Tramvayda kalbime geçen şarkı
Başımızı, gönül rahatlığıyla yaslayabileceğimiz bir baba, bir anne, bir amca, Ankara’dan gelmiyor olan, yani postalsız bir ağabeydi. Şarkılar şarkıları, albümler albümleri takip ederken de, hem onlar hem biz, çocuklar gibi şendik.
Derken, Gökhan ve Burhan’ın, o çatı altında o kadar da mutlu, sandığımız kadar da huzurlu olmadıklarını gördük-anladık.
“Hayat bu, böyle şeyler olur,” diyerek geçiştirmeye çalıştık olup bitenleri; biz de, onlar da. Hatta Amca bile.
Ama geçiştiremiyorduk, geçmiyordu.
“Tavır” ve “duruş” farklılığı, grubu boydan boya ikiye biçmiş gibiydi.
“Gün doğarken ufukta, karanlığın derin sırrı” artık unutulamıyor, çekip gidemiyordu.
Şarkılar ya da genel olarak “müzik”, aynı şeyi ifade etmiyordu artık, Kuzey ve Güney (ya da Doğu ve Batı) Gündoğarken’e.
İki yaka, bir araya gelemeyecek kadar açılmıştı. Ve Allah için, “Büyüklere, şartlar ne olursa olsun saygı!” diyerek, amcanın şu solosu da, bu dizisi de; ardından şu arabesk turu da, bu reytingi tavan yapan rolü de beklenmiş-beklenmiş-beklenmişti.
Beklemenin bir işe yaramadığı-yaramayacağı yüzde yüz anlaşılınca da nihayet, Gündoğarken tekrar gecelerimize doğmaya talip oldu. Eh, geç bile kalmışlardı; çok oyalanmış, çok vakit kaybetmişlerdi ama hiç olmamasından (ki, bu da mümkündü) daha iyiydi elbette.
Müzik üzerine birlikte kafa yormakla kalmamış, “doğru” olan konusunda da tamamen fikir birliğine varmış iki sıkı müzisyenin yaptığı bir albüm “Hayat Bu”.
Vokal gücü hakkında, solo albümlerinden de yeterli bilgiye sahip olduğumuz Burhan Şeşen, yine sular seller gibi sürüklüyor şarkıları. “Yorumsuz” sahnelerinin de katkısıyla, Burhan Kardeşimiz, ağzından çıkan ilk dizeyle birlikte, dinleyeni bazen Akdeniz kıyılarına götürüyor, bazen de “Sibirya’dan beter bir oda”nın muhtemel bir “son” olabileceğini hatırlatıyor.
Ama bu albümün asıl sürprizi Gökhan Şeşen. Amcamızın pek de “vokal fırsatı” vermemiş olduğu Ağabey Gökhan, başta albüme adını veren şarkı olmak üzere, seslendirdiği her şarkısında “baba”lık katına layık olduğunu, göstermiş-ispatlamış.
Evet, “Hayat Bu” ve bu hayatı, Burhan ve Gökhan’ın Gündoğarken’i, hem daha çekilir, hem de daha anlamlı kılıyor.
Gerçekten de müziğin, gerçekten de şarkıların peşinde olanlar, bu albüme “hayatımızın albümlerinden biri” muamelesi yapacaklar. Bu kesin.