Bebek kahvede iki yakın arkadaşımla bir öğle yemeğindeyiz. Ülkede bir şeyleri değiştirmeye çalışmanın gerekliliği ve gereksizliği üzerine konuşuyoruz. Meşhur deniz yıldızı hikayesi gündeme geliyor. Bir okyanus kıyısında yaşlı adam, sahile vurmuş deniz yıldızlarından birini daha alıp denize atar. Onu izleyen bir genç, “Onu atsan da bu dünyada ne değişecek ki, sırf bu sahilde binlerce deniz yıldızı var!” der. Yaşlı adam bir deniz yıldızını daha alıp denize atarken şu cevabı verir: “Bunu atmakla dünyada çok şey değişmeyebilir ama bu deniz yıldızının dünyasında çok şey değişti!”
Bu arada çalan telefonu açıyorum. Cumhurbaşkanlığından aradığını söyleyen bir ses, Türkiye’nin 81 ilinden 81 başarılı genç seçildiğini, bu yıldızlara başarı üzerine bir konuşma yapmam için davet etmek istediklerini anlatıyor.
Yıldırım hızıyla Deniz yıldızları ile Türkiye’nin yıldızları arasındaki ilişkiyi düşünüyorum. Sonra cebimdeki takvim efendiye bakıyorum, o gün uygun. Anlaştık diyorum. Süreç başlıyor.
Hazırlıklar başlar...
Tarih 18 mart, katılımcı Türkiye’nin 81 ilinden seçilmiş 81 genç yıldız, süre 18 dakika!
Hemen konuyu bir soruya çeviriyorum: “Bir insanın 18 yaşına gelmeden önce bilmesi gereken 81 şey nedir?” Sonra da beynimin tüm ‘arama motorları’na ilgili cevapları bulma komutu veriyorum. Geçen yılın 29 Ekim Resepsiyonu’na katılıp, köşkün nasıl bir yer olduğunu ana hatlarıyla gördüğümden, mekanın acemisi sayılmazdım. En büyük problem ‘devlet protokolü’ denilen şeyi bilmemem, daha da kötüsü aşırı liberal ruhlu biri olarak bilmek de istemememdi!
Hazırlıklarım devam ederken, konudan bahsettiğimde asistanım İnci, ilk kez benden bir şey istedi: “Ben de gelebilir miyim? Köşkü çok merak ediyorum!” Ankara’ya uçarken, konuşma yapacak olan ben olmama rağmen, İnci’nin bavulu benimkinin üç katı büyüklükteydi! Konuşmadan bir gün önce prova için köşkte toplantı yapmak için anlaştık. Ses düzenini ve sunumu deneyeceğiz. İnci meraklı gözlerle köşkü incelerken, ben de ekiple toplantıya geçtim. İstanbul’da yaşayıp, hayatı özel sektör yöneticilerine konuşma yapmakla geçmiş biri için ‘devlet dili ve edebiyatı’ zor bir müfredat konusudur. Çankaya Köşkü’nün halkla ilişkiler birimindeki ekip, her ne kadar ‘devlet’ memuru olsa da, doğrusu ruhları çok ‘sivil’di. Bu da rahat bir iletişim kurmamızı sağladı.
İnsan sıcaklığı görünce, sordum...
Soru bir; “Basına da yansımıştı, Abdullah Gül ile Hayrünisa Gül kitap okumakta yarışıyormuş. Gerçekten hangisi daha çok okuyor?” Net sayıyı bilemediklerini söyleseler de, adette Hayrunisa Hanım’ın önde olduğunu, Abdullah Gül’ün ise vizyoner kitaplar seçmekte iyi olduğu izlenimi ediniyorum. İkinci soruya geçiyorum: “Beni buraya davet etmek hanginizin aklına geldi?” Beklediğim cevap o ekiptekilerden birinin okur olduğu, onun önerdiği yönünde. Cevap beni de şaşırtıyor: “Sizi davet etmemizi beyefendi (Bu Abdullah Gül demek) önerdi, bu çocuklara bir başarı vizyonu da vermeliyiz dedi” Sonra 81 ilden 81 yıldız projesi hakkında detaylı bilgi veriliyor. Hayrünisa Gül’ün himayesinde yapıldığı hem sporda hem derslerinde hem de ‘örnek davranışlarda’ yüksek puan alanların seçildiğini anlatıyorlar. Biraz ‘himaye’ kavramı üzerine konuşuyoruz. Bu arada anlıyorum ki, Hayrünisa Gül tarafından himaye edilmek kesinlikle daha avantajlı! Çünkü Abdullah Gül’ün hikayesi daha ‘erkeksi’ bir özellik gösteren, koruma ve destek içeren ama detayla uğraşmayan, dışarıdan yürütülen projeler şeklinde. Buna karşın Hayrünisa Gül, himaye ettiği projeleri ‘anaç’ bir şekilde sahipleniyor, projenin en ince detayını takip ediyor, proje köşkten bizzat yönetiliyor.
Sonunda seminerin saati geliyor
Bu senenin 81 yıldızının yanında, geçen yılın 81 yıldızı da davet edilmiş. Yıldızlar ile ‘manevi anneleri’ arasındaki gönül bağı gerçekten samimi ve güçlü. Seçimde kesinlikle bir ayrımcılık yapılmadığı çok net bir şekilde ortada. Program başlıyor. Salonun yarısı bu gençlerden, diğer yarısı davetlilerden oluşuyor. Şarkıcı Keremcem sunuculuk yapıyor. Önce Sinop temsilcisi ‘şirine’ konuşuyor. Ardından karate şampiyonu bir başka genç. Hayrünisa Hanım içten bir konuşma yapıp, gençlerden ‘zeki, çevik ve ahlaklı’ olma sözü istiyor. Sıra bana geldiğinde, tek bir korkum var, teknik sorun çıkması! Çünkü Cumhurbaşkanlığı kendi bilgisayarı dışında bir bilgisayardan sunum yaptırmıyor. Yani onların hazırladığı paraşütle atlayacağım! Bunun verdiği bir tedirginlik olsa da, neyse ki, korktuğum başıma gelmiyor. Konuşma biraz uykusuzluğuma rağmen iyi geçiyor. Gözlerim dinleyicileri tarıyor. Köşk sakinleri, Semih Saygıner, GS’li Ayhan gibi sporcular da orada. Türk Malı dizisinin postacısı Şafak Sezer’i görüyorum. Yüzüme gülümseme yayılıyor. Seminer bitiyor. Fotoğraflar çektiriliyor. Fransız devlet adamı De Gaulle’un ünlü deyişiyle ‘kalabalık banyosu’ sona eriyor. Bahçeye çıkıyoruz. Köşkün bahçesini görünce bir kez daha çarpılıyorum. İnanılmaz güzel ağaçlar ve birinci el oksijen keyfi. Yanımdaki İnci ile Ceren hanıma dönüp son sözümü söylüyorum: “Bu ülkede, başarılı bir insan olarak yükselebileceğiniz en üst nokta Çankaya Köşkü’ne Cumhurbaşkanı olmaktır. Bu ülkede mutlu bir insan olarak yükselebileceğiniz en üst nokta, Çankaya Köşkü’ne baş bahçıvan olmaktır!”