Ekim bir kez daha kapıdan bakarken, İstanbul sonbaharın muhteşem renklerine bürünüyor. Ve yeniden şehr-i İstanbul’u keşfetme vakti!
İki kıtaya yayılmış, iki dünya imparatorluğunun başkenti olmuş ve iki denizin efendisi bu yaşlı ama mağrur şehri ne kadar tanıyorsunuz?
Mesela Byzantion’dan İstanbul’a uzanan tarihini, aşklarını, üzüntülerini, sevinçlerini ve acılarını merak ettiniz mi hiç?
Dişidir, doğurgandır…
Her kadın gibi güzeldir ve de mağrur…
Ve yine her kadın gibi güçlü, her kadın gibi koruyucu, her kadın gibi affedici…
İşte bu nedenledir ki, yüzlerce yıldır yediği her darbeye rağmen, ayaktadır dimdik, yapılanları unutur, yapanları affeder… Her aşık kadın, her şefkatli anne gibi.
Küçük bir kızken Byzantion olan adı, baştan çıkaran Romalı bir genç kız olduğunda, Konstantinopolis’tir artık. Ve eskiden Roma’ya çıkan tüm yollar artık ona erişmek derdine düşmüştür.
Ve bir kez olsun güzelliğini görebilmek adına yollara düşenlerin her biri kendi dilinde çağırmıştır onu.
Yunan aşıkları için Stinpoli,
Latinler için Antonina,
Ruslar için Tsargorod,
Vikingler için Miklagord,
Persler için Konstantiniyye ve
Osmanlı için Dersaadet olan adı İstanbul’dur, küllerinden yeniden doğduğunda!
Her bahar Boğaz’ın rüzgarları tenini okşarken, erguvanlar saçlarını süslemek için yarışır bu güzelin. Her yaşadığı aşk, her geçen yıl güzelliğine güzellik zekasına zeka katarken, zaman tanrıçaları derin çizgilerle olgunlaştırır güzelliğini.
Tüm aşıkları hediyelere boğar onu…
Korumak için duvarlar inşa ederler
yıkılması imkansız, inci gerdanlık gibi saraylar yaptırırlar ona duaları kabul olsun diye her bir tepesini kiliseler, sinagoglar camilerle donatırlar.
Byzas’tır ilk aşkı, onunla doğmuştur.
Ama onu dünyanın merkezine koyan Konstantin’dir, Jüstinyen hediyelere boğar onu, dünyanın en büyük katedralini
Ayasofya’yı yaptırır.
Dandalos ona sahip olduğunu sanır, yanılmıştır ama…
Fatih sevmiştir ve karşılıksız değildir aşkı. Dünyanın en güzel manzarasına sahip sarayını hediye eder, Topkapı’yı.
Koca Sinan’ınki karşılıksız bir aşktır, camiler, saraylar, ke-
merler, köprüler ve yüzlerce eserle şımartır onu…
Balyan Kardeşler güzelliğine güzellik katarlar, Dolmabahçe, Beylerbeyi Sarayları ve
Son aşkıdır
Mustafa Kemal…
Ama bir sevgi ve nefret ilişkisidir onlarınki, ne birlikte olabilirler ne de ayrı...Boğaziçi’ne dökerken gözyaşlarını, sonsuzluğa uğurlar aşkını.
Benimse karşılıksız aşkım, esin kaynağım, sırdaşımdır İstanbul. Onu anlamaya çalışırım aklımın yettiğince ve anlatmaya çalışırım dilimin döndüğünce…
Her köşesinde ayrı hazine
Bu güzel şehir hazineler saklar her köşesinde keşfedilmeyi bekleyen...
Efsaneler fısıldar kulağına duymak isteyenlerin, masallar anlatır sadece çocukların duyabildiği, anılarını paylaşır misafirleriyle.
Olur da vakit bulursanız katılın bana, önce Mihrimah Sultan’ı anlatayım size önce Theodosius surlarının dibinde, sonra da Kariye’nin gölgesinde Metokhites’in dramını, Çarşamba’da Ebu Hak İsmail Efendi’yi, Fener’de Moğol Hakanı Abaka Han’a gelin gönderilen Prenses Maria Despina’yı, Dimitri Kantemiroğlu’nu ve tabii ki Fanaryotları, Balat’ta bilmediğiniz Seferadları, karşı tepedeki Beyoğlu’nda Beyaz Rusları, Narmanlı Han’da Aliye Berger, Ahmet Hamdi Tanpınar ve Bedri Rahmi Eyüboğlu’nu, Galata’da Kamondo Ailesi’ni, Podestat’ı, Doğan Apartmanı’nı...
Alışverişe çıkalım bir başka gün, çarşıları, hanları ve kapanları keşfedelim beraber. Kapalıçarşı’yı, Kürkçü Han’ı, Yolgeçen Han’ı, Valide Han’ı, Balkapanı’nı ve tabii ki Mısır
Çarşısı’nı…
Ve siz de anlatın, bu hâlâ güzel, alımlı ve çekici kadının kollarında dolaşırken kulaklarınıza fısıldadıklarını. Anlatın ki, unutulmasın ve aktarılsın aşkları, sevinçleri ve gözyaşları…