Malumunuz, bu aralar bırakın alemi keşfetmeyi, yurdum içinde seyahat dahi zor. Kıssadan hisse bu aralar ‘Çok gezen mi, çok okuyan mı?’ sorusu, ‘Çok izleyen mi, çok okuyan mı?’ şekline dönüşmüş durumda.
Sanal turlar pek bir popüler mesela. Çilingir sofrası kuruluyor, telefon ya da bilgisayar televizyona yansıtılıyor, dışarıda yağmur tüm gücüyle antik şehrin sütunlarını döverken, sanal seyyahlar, bir yandan koltuklarında en rahat pozisyonu bulmaya çalışırken, bir yandan da, yurdumun doğusundan, batısına farklı kentlerden rezervasyon yaptırmış diğer sanal seyyahlarla sanal buluşma noktasında, evlerinin konforunda rehberlerini bekliyorlar. Fena değil esasında bu sanal tur işi; yürümek derdi yok, yağmurda ıslanmıyor, soğukta donmuyor, güneşte kavrulmuyorsun, alışılmış sınırlamalar, kıyafet şartı yok, yeme-içme serbest.
Sanal adımlarla Edirne
Pazar akşamı, bizim antika duvar saati tam sekiz kez çalmıştı ki, ekranın düğmesine dokundum. Dizüstünün canlanan ekranı, görünmez bir el tarafından duvarı kaplayan televizyon ekranına taşınırken, tura beraber katılacağım sanal seyyahların yüzleri de belirdi birer birer.
İlk kez katılacağım sanal turda, bu sefer anlatan değil de dinleyen konumunda olmanın dayanılmaz hafifliğini yaşarken, sevgili Özge Ersu, günün anlam ve önemine uyan bir kıyafet içinde arzı endam eyledi sanal olarak bizim salona. Dışarıda buz gibi bir rüzgar camları titretir, yağmur boş sokaklarda denize giden yolu ararken, yurdumun dört köşesi ve yavru vatandan tura katılan diğer sanal seyyahlar ile sevgili Özge’nin peşinde ben de kayboluverdim serhat şehri Edirne’nin tarih kokan sokaklarında, kulaklarımda Özge’nin sesi, dilimde hüzünlü bir türkü...
Mestan ve Dankile’nin ölümsüz aşkı
“Edirne’nin ardı bayler,
Meriç akar sular çağlar,
Eşinden ayrılan ağlar ,
Ay oldu mu mori Dakilom duyuldu mu?
Hacıoğlu Mestan gibi vuruldu mu?
Edirne köprüsü taştan...
Sen çıkardın beni baştan,
Ayırdılar beş kardaştan,
Ay oldu mu mori Dakilom duyuldu mu?
Hacıoğlu Mestan gibi vuruldu mu?”
Derler ki; vakti zamanında Mestan denen bir delikanlı yaşarmış Edirne’de ve Mavridis’in kızı Dankile’ye aşıkmış deli gibi. Amma velakin babası Hacıoğlu’nu ikna edememiş bu aşka, Dankile ile kaçmaya karar vermişler. Plan basitmiş, gece Edirne Köprüsü’nde buluşup karşıya geçmek. Ancak, baba olayı öğrenmiş ve köprüde pusuya yatmış. Mestan ve Dankile vazgeçmemişler aşklarından, Mestan silahını çekmiş, Dankile ile beraber köprü üzerinde koşmaya başlamışlar. Ama kaçamamışlar Hacıoğlu ve adamlarının kurşunlarından. Can vermişler oracıkta.
Her Edirne turumda anarım ölümsüz aşklarını bu ölümlü aşıkların, sonra dalar giderim anılara saklanmış hüzünlü geçmişe, dilimde acı bir tat, kulaklarımda Mestan ve Dakile’nin türküsü...
Not: Ben bu anlatan değil de dinleyen olma işini pek bir sevdim. Bu akşamki menzilimiz, benzersiz doğa güzelliklerinin bir araya geldiği, Victoria Şelalaleri sınırındaki ülke, Zimbabwe. Sizi de bekleriz.