Osmanlı’nın başkentleri, tarihin mimari zenginliğini bütün ihtişamıyla bugüne taşır... Padişahların, tarihte iz bırakma ve büyüklüklerini gösterme biçimi olarak, eşsiz mimari eserlere isim verme arzusu, muhteşem bir zevk ve kültürel birikimin yansımasına olanak vermiş. Bir de ‘Koca Sinan’ gibi olağanüstü bir mimarla Osmanlı padişahlarının en bilgili, en kuvvetli, en aydın ve en sanatseverlerinin devri denk düşünce, ortaya dünya çapında başyapıtlar çıkmış. Hele ki bir de başkent seçilmiş şehirlerde mimari, adeta gelecek için Osmanlı’dan atılmış bir imza...
“Osmanlı başkentleri” deyince; Bursa, Edirne ve tabii ki İstanbul gelir akla... Aslında Osmanlı Beyliği’nin ilk başkenti, Ertuğrul Bey’in Bilecik’i fethiyle birlikte Söğüt’tür. Ertuğrul Gazi’nin türbesi de orada yer alır. Ancak, Osmanlı’nın büyüyerek büyük bir devlet haline dönüşmesi itibarıyla ilk başkent Bursa olarak kabul edilir. 39 sene sonra Murad Hüdavendigar yani, 1. Murad ile Edirne yeni başkent olmuş ve tam 88 sene sonra, Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul’u fethine kadar da öyle kalmış. 1453’ten Osmanlı’nın son gününe kadar, 470 yıl boyunca ise bu görevi Şehr-i İstanbul almış.
Gözde şehir
Osmanlı’nın ikinci başkenti Edirne, bugün her taşında buram buram muhteşem bir tarihin, mimari estetiğin ve kültür zenginliğinin izlerini taşıyor. Hint-Avrupa kökenli bir kavim olan Trak’lar tarafından kurulan şehir, M.Ö 170 yılından, Türk fethine kadar Bizans’a ev sahipliği yapmış. İstanbul’un fethinden sonra artık başkent olmasa da her daim padişahların gözde şehri olmuş ve Osmanlı için önemli bir idari ve ticari merkez olarak kalmış. Tarihindeki çok kültürlü yapısı, Balkanlar’a açılan kapı olması itibarıyla her zaman çok renkli kimliğini korumuş. Rivayet o ki, burada yaşayan halkın yerel ağzıyla, “Bu işi edirin” deyişleri sebebiyle de ‘Edirne’ olarak bugünkü adını almış...
Edirne deyince akla ilk gelen, Mimar Sinan’ın “Ustalık eserim” dediği Selimiye Camii, kuşkusuz... Meşhur ciğer tavası, lokumu, Osmanlı’dan miras birbirinden muhteşem yapıları, neşeli Roman halkı, Kırkpınar güreşi, aydın, hayata gülümseyerek bakan ve misafirperver insanlarıyla Edirne bugün, hem yerli hem de yabancı turistler için bir önemli bir ziyaret merkezi...
Anne-babamın, 50’nci evlilik yıl dönümlerini kutlamak için, annemin ısrarıyla Edirne’ye gittik, ailece... İstanbul’a 2.5 saat mesafede olması, harika bir hafta sonu tatili alternatifi haline getiriyor şehri... Madem Ekvator Kuşağı kaydı ve biraz endişeyle olsa da, kasım ayında baharı yaşamanın keyfini çıkarıyoruz. Kara kış gelmeden Edirne’ye bir hafta sonu kaçamağı yapmanızı mutlaka tavsiye ederim. Vaktiniz varsa elbette daha uzun bir programla,
hatta vize varsa hemen 6 km. ilerdeki Yunanistan ya da Bulgaristan’a da küçük geziler planlayabilirsiniz. Bana sorarsanız, Edirne iki güne sığmaz ama harika
güzellikler sığdırılır!
‘Selimiye’nin yapısı, Eski Cami’nin yazısı, Üç Şerefeli’nin kapısı’...
Selimiye Camii, Eski Camii ve Üç Şerefeli Camii’nin oluşturduğun üçgeni, kısaca böyle tarif ediyor işte Edirne halkı... UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde yer alan Selimiye’nin görkemi tartışılmaz... Düşünsenize, o tarihte sıcak suların alttan geçirilmesi sağlanarak yapılan yerden ısıtma, külliyenin Sultan Hamamı’nda hâlâ çalışıyor. Benim için her zaman Eski Cami’nin yeri bir başka... İçindeki yazı-resim sanatının en büyüleyici örneklerinden hat-yazılar, Eski Cami’yi eşsiz kılıyor... Üç Şerefeli ya da diğer adıyla Burgulu Cami’nin, adını aldığı minaresiyle, dört Osmanlı sultanı tarafından ayrı yaptırılan, dört farklı minaresi ve dışa açılan avlusuyla birlikte beyaz mermer kapısı ise benzerine çok rastlanmayan türden...
Camilerinden sonra, 2. Bayezid Külliyesi ve Şifahanesi (içindeki tıp müzesiyle), Selimiye Arastası (çarşısı), Ali Paşa Çarşısı, Makedon Kulesi, Büyük Sinagog, Bulgar Kilisesi, Türk ve İslam Eserleri Müzesi ile Balkan Savaş Müzesi de, Edirne’de gezilecek yerlerin başında geliyor.
Arda ve Meriç nehirlerinin kesişim noktasındaki şehir, kuşkusuz nehirlerin üzerinden Karaağaç Mahallesi’ne geçilen köprüleri ve manzarasıyla da büyülüyor. Tunca Nehri üzerindeki Bayezid Köprüsü’nden geçince, lütfen bitişiğindeki Yalnızgöz Köprüsü’nden de geçin, manzara bir tablo gibi burada... Nehrin diğer tarafındaki Karaağaç Mahallesi, özellikle pazar günleri tüm Edirne halkının buluştuğu kafelerle ve salkım söğütlerle, adeta bir nehir sayfiyesi... Rumeli Demir Yolları’nın Karaağaç’taki tarihi gar binası tüm heybetiyle ziyaretçilere açık duruyor. Payitaht döneminde Avrupa ile demiryoluyla bağlanınca, eğlence merkezine dönüşen Karaağaç, Lozan Antlaşması ile ‘savaş tazminatı’ olarak bize bırakılıyor... Anısına, günümüzde büyük bir Lozan Anıtı bulunuyor. Edirne, tarihiyle, eğlencesiyle, nefis yemekleriyle ve doğasıyla, tüm seyahatseverler için bir hazine...