Her gün başka bir yerde uyandığım günlerden geçiyorum yine... Turneler, paneller, aile gezileri vesaire derken, benim leyleğin ‘gagası’ yer görmüyor yine... Sosyal medyada yeni yerler ve keyifli keşifler paylaşınca, sürekli tatil halinde gününü gün eden bir kadın imajı çiziyorum sanırım. Eh, Instagram’ın bana verdiği yetkiye dayanarak, yaşadığım günlük iş koşuşturmalarını, sıkıntılı süreçleri filan filtreliyorum bir güzel, süzgecin üzerinde kalan kaymak çoğunlukla sosyal medyaya yansıyan... İşimi yaparken de tatil havamı bozmadığım için, çok yalan da sayılmaz. Başa gelen zorlukları, biraz keyifli hale getirecek lezzetler bulmazsak gün içinde, çalışmak ızdırap olurdu doğrusu...
Sevdiğim bir mesleğim olduğu için hep şükretmişimdir ama çalışmak ve günlük hayat koşuşturmasından şikayet etmeden, keyifli dakikalar yaratmak gibi bir meziyet kazandığım için de kendimden çok hoşnutum. Tam da bu noktada imdadıma, iflah olmaz yemek düşkünlüğüm yetişiyor. Her gittiğim yerde yeni lezzetler ya da sevdiğim yemeklerin hayalini kurmak, işimi hafifletiyor. Daha tiyatro turnesine başlarken Erdal Abi ile (Özyağcılar) nerde, ne yiyeceğimizin, nerden, hangi peyniri alıp, eve döneceğimizin planlarını yapmak, oyun yorgunluğumuzu alıveriyor. Gelin görün ki, bu yemek sevdası kilo kontrolüne hiç yardımcı olmuyor. Gezdikçe yerel lezzetler, eve gelince ‘ev yemekleri’ derken, pantolonlarımı zor kapatmaya başladığım, su götürmez bir gerçek! Şimdi ‘yeni oyun’ öncesi biraz dikkat etmek zamanı.
İtiraf sırası sizde! Geze geze yemek, ‘işle yemeği karıştırmak’, tamamen benim suçum değil ama! Bir kere memleket olarak zaten günlük hayat kültürümüz yemek yeme üzerine kurulu. Hafta sonu arkadaşlarla buluşmak istiyorsak, “Görüşemedik epeydir, bir akşam yemek yiyelim” deriz. Seyahat duraklarımızı yemek yiyeceğimiz noktalara göre ayarlar; Ayvalık-Susurluk’ta tost, Akhisar’da köfte, Söke-Ortaklar’da çöp şiş molası vermeden, İstanbul’dan Ege’ye varamayız. Hadi itiraf sırası sizde, kebap yemek için Gaziantep’e gidenler parmak kaldırsın! Geçenlerde arkadaşıma, “Van’a kahvaltıya gitsek ya” derken kendimi yakaladım ve hiç şaşırmadım, zira pazar günleri İstanbul’dan kalkıp ‘ıslama köfte’ için Adapazarı’na , ‘iskender’ için Bursa’ya gitmişliğim çoktur.
Sadece gezerken değil tabii, yemek yeme hali genetik kodlarımıza öyle yerleşmiş ki, ‘ev gezmeleri’ de ‘yemek’ üzerine. Ev aldın, evlendin, çocuk evlendirdin, ‘hayırlamaya’ gelenleri, kayınvalideleri, dünürleri ‘yemeğe almak’, farz olmuştur bizim geleneğimizde... O kadar derine inmeye gerek yok, komşu “Çaya geliyoruz” dese, çay içmeyi yanında yenecek tatlı-tuzlu lezzetlerden ayrı düşünemeyiz. “Boş boş da çay gitmiyor” lafına başka kültürde rastlayamazsınız mesela, çay varsa yanında kek, pasta, poğaça, kurabiye olacaktır mutlaka. Pikniğe gitmek deyince, hamak kurup top oynamaktan önce zeytinyağlı sarma, börek ve mangal vardır aklımızda...
Nam saldık dünyaya! Uçağa bindirirken bile yanına ‘yolluk’ koyan başka ülke annesi var mıdır mesela? En son ben yaptım vallahi, 3.5 saatlik uçak yolculuğuna sekiz tane sandviç hazırladım Ada’ya, ee yanındaki, arkadaki filan da var, değil mi ama! Annesi böyle olanın çocuğu da dibine düşüyor bu arada... Ada yaz okullarından dönmeden bir hafta önce başlar, hasretlik siparişlerini vermeye; kuru patlıcan dolmasından taze fasulyeye, mantıdan köfteye... Yapacak bir şey yok, kromozomlarımız yemek lafı duyduğunda bile halaya duruyor bizim!
Gezerken, kutlarken, özlerken, hasret giderirken, karşılarken, uğurlarken, sıkılırken, coşarken, bir ritüel olarak yemek, hep eşlik eder bize... ‘Boş’ çay içemediğimiz gibi, ‘boş’ yaşayamayız hiçbir duygumuzu... Yaşama katık ederiz soframızı... Hatta yemek yerken bile yemek konuşan yegane millet olarak nam saldık dünyaya! Ya keşfettiğimiz kıyıda, köşede kalmış bir lezzet durağını anlatır, yerini tarif ederiz ya da yemek tarifi veririz. Hayattan aldığımız tat, boğazımızdan geçer bizim... Hadi yarın pazartesi, rejime yarın başlarsınız nasıl olsa, afiyetli bir pazar sofrası dilerim herkese... Yazımı bitirmeden küçük bir yanlışı düzeltmeyi, tüm kadınlar adına bir borç bilirim; “Sofrayı kuran kaldırsın” lafı tamamen erkek uydurmasıdır, sözün özü “Sofrayı, yiyen kaldırsın” olmalıdır.