Bir Oscar’ı daha filmlerden çok kılık kıyafet konuşarak tamamlayıp bitirdik çok şükür. Bunun bize özgü olmadığının elbette farkındayım, kırmızı halının raconunun bu olduğunu da biliyorum. Ama bir takım dünyaca ünlü yıldızların giysilerini komşunun kızını çekiştirir gibi çekiştirmek hep tuhaf gelmiştir. Komşunun kızını da çekiştirmeyelim, o ayrı.
Yekta Kopan ve Ceyda Düvenci’nin sunduğu Oscar gecesinin ilk bölümünde, kırmızı halı iki moda uzmanına; Ceylan Atınç ve Tuvana Büyükçınar’a emanetti. Gördüğüm kadarıyla “O hiç olmuş mu şimdi, hiç beğenmedim” ile filancanın ‘avam’lığı, falancanın ‘vasat’lığı arasında dolaşıyor yorumlar. Jennifer Lawrence’a “şişirilmiş bir balondur” denmesi de cabası. Hani modacı olmayanın da yapabileceği, ama kimsenin yüzüne söylenmesinin kibar kaçmayacağı yorumlar. Hollywood yıldızları dilimizi anlamadığı için ekrana çıkıp arkalarından söyleyebiliyoruz.
Buna da peki, kırmızı halıya çıkan terler. Peki, gelip geçen her kadın oyuncuyu önce yaşıyla değerlendirmelerini ne yapacağız? Herkes ‘yaşına göre’ şöyle ya da böyle görünüyor, Atınç ve Büyükçınar için. Hele 40’ını geçmişse... Nicole Kidman, o eski tazeliğini kaybetmiş, tabii yaşla ilgiliymiş biraz da. Julianne Moore, yaşına göre çok iyi. Naomi Watts? Tabii o da.
Kıyafetlerin de içinden bir yaş mevzuudur eksik olmuyor hiç. O, o yaşa uygun mu, yaşlı mı gösterdi, genç işi mi...
Şimdi, kadınların hayattaki birinci amacını sonsuza dek genç kalmak olarak belirleyen erkek dünyasının bu bakış açısına alışığız, evet. Ama bayılmıyoruz, öyle değil mi? Erkeklerin yaşlanmaya da, göbek salmaya da, saç dökmeye de sonuna kadar hakkı var, hatta yaşla çekiciliklerine çekicilik ekleniyor adeta. Ama kadınların iki seçeneği var: Zamanı durdurmak ya da diskalifiye olmak.
Dediğim gibi, erkeklerin bu kurallarıyla mücadele etmek zaten boynumuzun borcu. Ama kadınlar da durumu bu kadar içselleştirip birbirlerini aynı yerden değerlendirmeye başlayınca can sıkıcı oluyor.
Gazetecilik nasıl olur?
En İyi Senaryo ve Film Oscar’ını alan ‘Spotlight’, benim için gecenin gönlümüzü hoş eden sürpriziydi, doğruya doğru. Çok iyi bir film olmasının yanı sıra, gazetecilik mesleğinin doğru, cesur ve adil bir şekilde yapıldığında nelere kadir olabileceğini gösterdiği için.
Boston Globe’un araştırmacı gazeteci ekibinin Katolik kilisesindeki çocuk tacizi skandalının üstüne gidişini anlatıyor diyebiliriz, tek cümleyle. Deştikçe karşılarına daha üst merciler çıkıyor, tehditler bir yandan, dini ‘hassasiyetler’ bir yandan onları sıkıştırıyor fakat vazgeçmiyorlar. Gerçek bir hikaye üstelik, kahramanları da Oscar gecesinde hazır bulunuyordu.
Sosyal medyada baktım, en çok gazeteciler sevinmiş filmin ödülüne. Dünyanın dört bir yanından medya mensupları bir tür iade - i itibar gibi görmüşler bunu, kendilerini iyi hissetmişler, sanki ödüllendirilen kendileri gibi.“Film, gazetecileri uzun zamandır olmadıkları bir şey olarak gösteriyor,” yazıyor bazı yorumcular: “Kahraman gibi.” Buna sevinmek ya da üzülmek artık bize kalmış.