Kanal D’ye dizi dayanmıyor... Hiçbir televizyon kanalında durum çok farklı değil ya, belki benim izlemeye yeltendiğim diziler Kanal D’de olduğu için bu sezon hayretler içerisindeyim.
Büyük tanıtımlarla, şahane kadrolarla başlayan diziler; tez zamanda yok olup gidiyor.
Daha önce yazmıştım, bunların en acıklısı daha üçüncü bölümde harcanan ‘Bana Artık Hicran De’ idi.
İnsaf, bu kadar çabuk karar verilir mi bir iş hakkında?
Yine sezonun iddialı işlerinden ‘Benim Adım Gültepe’ de tarihe karıştı. Şimdi sıra ‘Yalan Dünya’da anlaşılan.
Tamam, zaten üçüncü sezonu ama yeni oyuncularla, yeni hikayelerle sezonu açmış bir dizinin birkaç haftalık ömrü olduğunu öğrenmesi normal mi?
Pek de güzel başladı üstelik; Haki Biçici ile Necip Memili gibi izlemesi çok keyifli bir ikiliyi dahil etmiş kadroya. O kapıcı dairesinden ne hikayeler çıkacaktı kim bilir...
Ama neymiş? “Tüm seyircilerde bilmem kaçıncı olmuş, bu da kanalda şok etkisi yaratmış”... Öyle deniyor haberde.
***
Bir kere neyin şoku bu? Bu yıl değişen reyting ölçüm sistemiyle A ve B gruplarının; yani üniversite mezunu, eğitim ve gelir düzeyi ‘görece’ yüksek kişilerin ‘tüm seyirciler’ içindeki payı iyice düştü. Dolayısıyla tek kriterimiz bu olursa, onlara hitap etme ihtimali olan dizilerin yaşam şansı kalmadı diyebiliriz.
Üstüne üstlük ‘Yalan Dünya’ örneğindeki gibi dizinin gününü, saatini değiştirip sezonu gecenin 11’inde açtırırsan zaten ipini baştan çekmişsin demektir... Sonra şok geçirme.
Kanalların biraz daha sorumluluk sahibi olup, bazı dizileri ‘prestji için’ olsun yaşatmayı denemeleri gerekiyor bence...
Belli ki değişen dengeler işleri iyice zorlaştırdı ama yine de bir düşünsünler derim. Reklam verenler de tabii...
O ‘tüm seyirciler’ içinde, bugünkü cihazlar göstermediği için görmezden geldikleri geniş bir yüzde var. Ve onlar da hem televizyon izliyor, hem alışveriş yapıyor.
PARANOYA MI, TAKİP Mİ?
Ne kadar da hiçbir şeye güvenimiz yok...
Hiçbir şeyin yasaklanması, kaldırılması büyük bir haber değeri taşımıyor. Şaşırmıyoruz, Ankara Devlet Tiyatrosu’nun ‘Macbeth’i iktidar hırsını anlattığı için kaldırabileceğine anında inanıyoruz.
Bir yandan bunun paranoya olduğunu düşünmek istiyorum. Bir kurumun başına getirilen bir ismin ilk hareketinin Shakespeare’i repertuvardan çıkarmak olamayacağına, yüzyıllar önce yazılmış evrensel bir metinden korkmayacağına, gerçekten ortada bir yanlış anlama ya da DT’den yapılan açıklamada olduğu gibi bir ‘yanlış bilgilendirme’ olduğuna inanmak...
Çünkü DT bir basın açıklamasıyla ‘Macbeth’in başka bir oyunla ilgili teknik engellerden ötürü aralık ayında iki hafta oynanacağını duyurdu. “Repertuvardan çıkarılması diye bir şey söz konusu değil” dedi.
Güzel ama dediğim gibi o derece olmaz denen şeyler olabiliyor ki, insan ister istemez “Bu kadar ses çıkarılmasa acaba sessiz sedasız rafa mı kalkacaktı?” diye düşünüyor...
Zaten mesele bu; bunun olabileceğine inanmamız, böyle bir söylentinin çıkabilmesi...
Bence sanat kurumu yöneticilerine ciddi görevler düşüyor, eğer bu tür yıpranmalara maruz kalmak istemiyorlarsa.
Şeffaf olmak zorundalar; repertuvara koydukları, kaldırdıkları oyunlara dikkat etmek zorundalar, söylentilere yol açmamak için.
Seyirci diken üstünde. Takip edilmediğine, paranoyak olduğuna inanmaya ihtiyacı var...