Renee Zellweger’i hep sevdim. Kapakları biraz düşük ama içleri gülen mavi gözleriyle, insanda makas alma isteği uyandıran yanaklarıyla ve de Bridget Jones zamanında biraz daha büyüttüğü, her an bir yerlere çarpıp, bir şeyleri devirebilecekmiş gibi görünen poposuyla...
Güzelliğin ilk şartının, zayıflık sayıldığı Hollywood’un nazar boncuğu gibiydi...
Aslında hepi topu bir iki kilo ‘fazlası’ vardı ama tombul kategorisine sokuluyordu. Bu haliyle de güzel, çok tatlıydı.
Geçen gün bir de baktık; tanıdığımız Renee gitmiş, bambaşka bir kadın gelmiş.
İncecik bir kadın; zarif bir kadın ama üzgünüm, tatsız bir kadın. Estetik operasyon geçirmiş diyorlar. İnsan kendini para verip, nasıl bu hale getirir belli değil. Kendisi de “Ne alakası var, operasyon filan geçirmedim, sadece daha sağlıklı, huzurlu, mutlu bir hayat sürüyorum” demiş ama yüzünde gördüğümüz ifade hiç buna benzemiyor.
Daha ziyade “Allahım 45 oldum, devrim geçiyor” diye paniğe kapılıp kendisine yeni bir yüz yaptırmış gibi.
Zaten ünlülerin plastik cerrahı Alessi Weighs, görüntüleri inceleyip neresine ne yaptırdığını sıralamış, doğru herhalde.
Bir kere artık o meşhur düşük gözkapakları yok, belli ki üst göz kapaklarından ameliyat olmuş, gözleri büyümüş. Sonuç; ifadesi tamamen değişmiş. Yine doktor Weighs, yüzünün şeklini değiştiren bir botoks yaptırdığı kanaatinde. Bana, verdiği aşırı kilonun da etkisi var gibi geldi; o yuvarlak yüz, güzel yanaklar gitmiş, yerine ince ama çökmüş bir yüz gelmiş. Cildi desen pırıl pırıl parlardı, hiç yaştan söz etmeyin; daha 2013 Oscar töreninde bildiğimiz ay yüzlü Renee idi. Şimdi bir garip rengi var, anlaşılan o da lazerin eseri... Neticede bir araba kilo verilmiş, bir dolu para dökülmüş ve ortaya o tombul ve şahane kadının solgun bir müsveddesi çıkmış. İnsanların -daha doğrusu kadınların- üzerindeki kırışıksız ve kilosuz olma baskısının vahim sonuçlarından biri... Çok acıklı.
KÜTÜPHANELERE VEDA MI?
İnsanların yanlarında rahatça taşıyabilecekleri, istedikleri anda açıp okuyabilecekleri bir ‘e-kitap okuyucusu’na karşı değilim. Her zaman istediğin kadar çok kitabı yanında taşıyamıyorsun.
Ne bileyim, akademik bir çalışma yapacaksan, araştırmada kullandığın bütün kitaplarını bir arada tutabilir, çalışacağın her yere yanında taşıyabilirsin.
Ya da benim gibi “Seyahate çıkacağım ama canım acaba şu kitabı mı okumak isteyecek, ya o sarmazsa ötekini de alayım, canım polisiye çeker belki şunu da koyayım” diye 20 kiloluk uçak kontenjanını kitapla dolduran kararsız biriyseniz de işinizi görür.
Peki bu evde koltuğa yayılıp, eline bir kitap alıp sayfalarını çevirmenin yerini tutar mı canım? Niye tutsun ayrıca... Bu ikisini rekabet içine sokmakta sorun bence. ‘Türkiye’nin e-kitap okuyucusu’ Calibro’nun yaptığı gibi...
Calibro hayatımıza hoş gelmiş de, reklam sloganı hedef kitlesini pek tanımadığını gösteriyor: “Kitaplıklara veda, Calibro’ya merhaba.”
Ne düşünülerek seçilmiş?
Kitap okuru olduğu varsayılan kişilerin evlerinde kütüphanelerinin tuttuğu yerden şikayetçi olduğu mu?
Hiç öyle değil. Kitap okuyan insan, kitaplarını raflara dizerken, dönüp dönüp başvurduğu kitapları başucuna istiflerken mutlu olan insandır.
Kitapları fazla gelmez, “Şunları atsam da yerine koltuk takımı yerleştirsem” diye bakmaz kütüphanesine. Tahminen Calibro’yu alacakların da kitap okuru olduğu varsayılıyordur, değil mi? Neden onları daha ilk andan sinir edecek böyle bir slogana başvurulur anlamadım... Kütüphanesinden ‘kurtulmak’ isteyenlerin e- kitap okuyucusuna da ilgi duyacaklarını sanmıyorum...