Bu ülkede tam 13 yıldır düzenlenmekte olan ve bence hiç de hak ettiği sesi getiremeyen bir festival var: Gümüşlük Klasik Müzik Festivali. Piyanist Eren Levendoğlu, Gülsin Onay’ın da desteğiyle çıktığı yolculuğu her yıl biraz daha öteye taşıyor.
Bu yıl işin içine caz tınıları da eklemiş ve sahiden çok heyecan verici bir program hazırlamış. Bir kere üç başlığa ayrılmış konserler: Suda Caz, Kumda Gitar, Taşta Klasik. 11 Temmuz’da Norveçli efsane trompetçi Nils Petter Molvaer geliyor,
ENKA Kültür Sanat iş birliğiyle.
Simin Tander, Norveç Büyükelçiliği’nin etkinlik sponsorluğunda davet edilen Hakon Kornstad, Muğla Büyükşehir Belediyesi Caz Orkestrası, Emin Fındıkoğlu + 12 ve de yine Norveç’ten Kristin Asbjornsen ile Olav Torget, bu serinin diğer konukları.
Bridgestone’un desteklediği Kumda Gitar konserleri, gün batımında dünyaca ünlü gitaristleri konuk ediyor. Capetown’lı Derek Gripper, Hasan Meten & Erdem Sökmen ikilisi, İrlandalı gitarist Redmond O’Toole, Polonyalı Marek Pasieczny’i, Golfam Khayam ve klarnetçi Mona Matbou Riahi’den oluşan Naqsh Duo Gümüşlük’ü şenlendirecek isimlerden bazıları.
Taşta Klasik zaten festivalin yıllardır devam eden ana dallarından biri. Açılış konseri, 8 Temmuz’da 2000’inci konserini verecek olan Gülsin Onay’dan. Saygun Quartet de yanında. Kapanış da 10 Ağustos’ta yine Gülsin Onay ile Eren Levendoğlu’nun tarihi taş ocağındaki düetiyle olacak. Arada da sürprizler. Ayrıca piyano, keman, flüt ve gitar masterclass’ları için de 30 Haziran’a kadar başvurmak mümkün. O derece küçük bir gönüllü ekiple sessiz ve derinden büyüyüp gelişen bir festival ki, özel olarak dikatleri çekmek istedim. Tatilinizi programlarken hesaba katmaya değer.
Sansürlemek ne işe yarar?
Geçen gün televizyonda ‘Delibal’ı izliyorum, Ali Bilgin’in filmi. Çağatay Ulusoy’un oynadığı Barış, aşık olup yılmadan peşinde koştuğu Füsun’u (Leyla Lydia Tuğutlu) okul sıralarında bir başka delikanlıyla görüyor ve dünyası başına yıkılıyor. “Bana ilişkiye vaktim yok yerine sevgilim var deseydin keşke” diye isyan ederken Barış Aytaç’ın oynadığı Onur adlı o delikanlı giriyor araya, “Ben...” diyor, birden rahatlıyor bizim çocuk.
Fakat seyirci rahatlamıyor çünkü acaba Onur ne dedi de Barış’ın meselesi çözüldü, bilemiyoruz. Digiturk o sözcüğü sansürlemeyi uygun görmüş çünkü. Dudak okur, sonraki diyaloglarla da birleştirirsek anlayacağız ki “Ben gay’im” demiş Onur. Ama biz duyamamışız. Nedir bu, küfür mü, ahlaksız bir sözcük mü, ayıp mı? Neden seyircinin duymaması gerekiyor? Ne olacak mesela, filmde şarap gören çocuk şişeye davranacak sandığımız gibi o sözcüğü duyanın da bir koşu “...” olacağından mı korkuyoruz? Böylesi daha tuhaf olmuyor mu? Öte yandan dünyanın izlediği ‘Game of Thrones’ dizisinde bu haftanın konusu alemin en alımlı kadınlarından Daenerys Targaryen ile Yara Greyjoy
arasında hissedilen romanstı. Dizinin fanları da bir heyecan, acaba neler olacak, yeni bir aşk mı doğuyor diye tartışmakta. Evet, iki kadın arasında. Ne yapacaksınız, onu da mı sansürleyeceksiniz? Dünyada bu doğal bir şey olarak yaşanıyor, dizilerde, filmlerde de hayatın bir yansıması olarak yerini buluyor. Gençler de bunları izleyerek büyüyor. Onları ve tabii film izlemeye çalışan bizleri aptal yerine koymazsak bir zahmet.