Bir festivali daha, çoğumuzun gönlünde hepsinden ayrı bir yeri olan ve 37 yıldır kesintisiz düzenlenen İstanbul Film Festivali’ni uğurladık. Bizim lise yıllarımızda o filmleri görmenin başka bir yolu olmadığı için sadece ve sadece programda o sene hangi ustanın, hangi genç ve parlak yönetmenin olduğuydu mevzu, daha önce de yazmıştım. Milattan önceden sesleniyor gibi oluyorum ama biletlerin satışa çıkacağı akşam AKM’nin önünde uzun bir kuyruk oluşturarak, sabahlardık. Elimizde hangi filmlere bilet isteyeceğimizi işaretlediğimiz formlar, termoslarda çaylarla... Sabah 08.00’de gişe açıldığında, o sırayla teslim ederdik talep formlarımızı ve yine de kesin değildi her istediğimiz filme bilet bulabileceğimiz...
Artık ödüller damga vuruyor
Çok talep gördüğü için biletleri hemen tükenen filmlerin gösterim günlerinde Emek ve Sinepop’un sokağının başında elinde kartonlu insanlar olurdu, “Falanca filme bilet var mı?” diyerek bekleşen... Aynı sokağın girişinde, şimdi bütün diğer saydığım mekanlar gibi yerinde yeller esen handa oturur, portakal suyu ve dönerli sandviç eşliğinde film konuşur, yan masalarda söylenilenlere kulak misafiri olurduk. Aslına bakarsanız, kim hangi filme giriyor, ona bakar, Atilla Dorsay ya da Sevin Okyay’ın seçtiği filmleri yakalamaya çalışırdık. Onlar gidiyorsa, iyi demekti
bizim için...
Şimdi festival filmlerini görmenin binbir türlü yolu var, ne güzel ki... Bir kısmı çok yakında sinemalarda gösterime girecek ve o salon kapılarını zorlayan ilgi, gösterime de yansıyacak mı, merak ediyorum.
Artık daha çok ödüller damga vuruyor biten festivale, ya da meslek gereği benim algım da o yöne kaydı. Onur Saylak’ın önceki gün Twitter’da yazdığı gibi “Sadece katılmanın/paylaşmanın değerli olduğu festival anlayışına gidilmeli. Hiçbir film ödül aldığı için iyi, almadığı için kötü değildir” evet, ama ortada bir ödül varsa, onu bir ölçü kabul etmemek de zor oluyor.
Bu festivalden bize her şeye rağmen direktör Kerem Ayan’ın kapanış gecesindeki sözleriyle, “Eski günlere dönmüş gibi” hissetmemiz kâr kalsın, sadece paylaşmanın değerli olduğu bir festival hayali de yarınlara kalsın.
O KARGAYA ‘BORÇ’LUYUZ
Ben, tıpkı tiyatroda olduğu gibi sinemada da ödüllerin herkesi mutlu etmesinin asla mümkün olmadığını, dolayısıyla çok da üzerinde durulmaması gerektiğini düşünüyorum. Daha, İstanbul Film Festivali’nin ödülleri açıklandığı gece, kıyametler koptu gene ve olabilecek en sert ifadeler uçuştu ortalıkta, sosyal medya sağ olsun. Yok işte bu işin objektif bir kriteri. Ben ayak üstü sinemada karşılaşıp “Şu filmi nasıl buldun?” sohbeti yaptığım hiçbir arkadaşımla aynı fikirde değildim. Bu hangi filme değer katar ya da kaybettirir? Her jürinin zevkine kalıyor neticede seçim. Ama çok değerli bir iş yaparak, setlerde hayvanlara nasıl davranıldığını denetleyen Haytap Sanat’ın tepkisine katılıyorum. Eğer bir film, sette ‘kullanılan’ bir hayvanın ölümüne neden olmuşsa, en iyi film ödülünü alan ‘Borç’, o karganın hayatı pahasına çekilmişse, bu basbayağı objektif bir kriterdir. Ödüllendirirken iki kere düşünmek gerekirdi.