Asu Maro

Asu Maro

amaro@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Sinemada, televizyon dizilerinde kötü karakterlerin hem oynayan hem izleyen için cazip olduğu kesin. Melek huylu ‘Pamuk Prenses’lerin iyilikleri değil, kötü kalpli kraliçenin entrikaları, bir hikayeyi izlenir kılıyor. Bu yüzden bizim dizilerimizde de formül hiç değişmiyor: İyi insanların hayatına bir iki tane yılan sal, gerisine karışma.

İNSAN OLDUĞUNA İNANMALIYIZ!
Ama işte kötü karakter yazmak ve oynamak da aslında o kadar kolay bir şey değil, olmamalı. Arada sırada beklenmedik şeyler yapmalı, zaman zaman onun da içinde iyi bir taraf olduğuna, sevdiği, kırıldığı, üzüldüğü anlar olduğuna inanmalıyız ki, bir karikatür değil insan olsun. Yoksa heyecan değil, bıkkınlık yaratıyor izleyende.
Son dönemin en tutku yaratarak izlenen dizisi ‘Paramparça’daki korkunç hala ‘Keriman’ gibi mesela, ki ben de aslında ona can veren Nursel Köse’nin gerçekten iyi bir oyuncu olduğunu düşünüyorum.
Fakat kadın o derece hain, vicdansız ve herkese karşı sevgisiz ki, artık ondan gelecek kötülüğün bir haber değeri yok.
Aynı şekilde, zavallı ‘Gülseren’in (Nurgül Yeşilçay) büyüttüğü ve taparcasına sevdiği ‘Hazal’ın para pul merakını anlayabiliyoruz tabii ama yıllar yılı anne bildiği kadına karşı bir an bile kalbinin yumuşamaması mümkün mü?
Kız baştan aşağı katıksız hırs küpü bir yılan olarak dolaşıyor ortalıkta ve artık izleyicinin tek isteği onun bir an önce göz önünden eksilmesi oluyor.

TEKRAR EDEN ENTRİKALAR
‘Güllerin Savaşı’ desen iyice elden gitti. Başta Canan Ergüder’in başarıyla çizdiği ‘Gülfem’ karakterinin dozunda entrikaları vardı. Bunların da sebepleri oluyordu, ayrıca mesela kardeşine karşı her zaman yumuşak bir kalbi vardı, eninde sonunda zaafları ve hastalıklarıyla ‘anlayabildiğimiz’ bir karakterdi. Şimdi, dizi kötülükten geçilmiyor. Bütün dünya toplandı, ‘Gülru’nun (Damla Sönmez) yok olması için uğraşıyor. En anlaşılmazı da öz ablası ‘Yonca’ (Zeynep Köse). Hangi insan evladı hayatının her anını kendi kardeşlerinin kuyusunu kazmayı planlayarak geçirir? Üstelik hep birbirini tekrar eden, sıkıcı entrikalarla.
Bunlar birkaç örnek, iki dakika baktığınız her dizi aynı vaziyette. Oyuncular da herhalde neyi neden yaptıklarını çözemediklerinden sürekli aynı kısık gözler, “Bakın şimdi çok fena bir şey planlıyorum” ifadesi ve gitgide tizleşen çıngır çıngır bir ses tonuyla oynuyorlar. Kanal değiştiresiniz geliyor. Nerede kaldı kötü karakterin cazibesi?

Haberin Devamı

‘BARBA’ İÇİN İZLENİR

Haberin Devamı

Zamanında ‘Züğürt Ağa’ (ki hikmeti Yavuz Turgul’un senaryosunda da aranmalı elbette), ‘Selamsız Bandosu’ gibi filmlere imza atmış Nesli Çölgeçen’in ‘Çalsın Sazlar’ını izlemeye bütün iyi niyetlerimi kuşanıp gittim. Ne yazık ki, sonu hayal kırıklığı oldu.
Film, 1960’lı yıllar İstanbul’unda geçen bir aşk hikayesini anlatıyor. Arada da bugüne gelerek o döneme ait bir gizem olduğunun ipuçlarını vermeye çalışıyor. Aşk hikayemizin kahramanları İstanbul’da meyhane işleten ‘Barba’ (Engin Hepileri), klarnetçi arkadaşı ‘Mahir’ (Caner Cindoruk) ve şarkıcı ‘Yasemin’ (Belçim Bilgin).
‘Barba’ da ‘Mahir’ de ‘Yasemin’e aşık, kızın ise gerçekte ne istediğini ne kendisi ne biz anlıyoruz. Bu arada arka planda Rumlar’ın yaşadığı zorluklara tanık oluyoruz. Kaç yıllık kasabı ‘Barba’ya et satmıyor, karısı Atina’ya gidiyor, dönemiyor... Bu arada ‘Barba’nın bir karısı ve Atina’da dünyaya gelen, bir daha kendisinden haber alamadığımız bir oğlu var.
Finalde çözülen gizemin iki saat beklediğimize değdiğini söyleyemeyeceğim. Başka ne var? ‘Yasemin’in şarkıları, ki Belçim Bilgin güzel söylüyor, sürekli sarhoş dolaşan ‘Mahir’in kıskançlık krizleri, ki sarhoşu oynamak ne zor bir iş, bir kez daha görüyoruz ve de ‘Barba’nın derin aşkı... Engin Hepileri, göründüğü her sahneyi izlenir kılan bir oyuncu olarak müthiş zarif, tatlı bir karakter çizmiş ‘Barba’da. Onu izlemek büyük keyif.