Kadın karakterin ne kadar güçlü olursa olsun dönüp dolaşıp bağlandığı, eninde sonunda ağladığı aşk filmlerinden- ve hatta gerçeğinden- o kadar sıkılmışım ki, ‘Fakat Müzeyyen Bu Derin Bir Tutku’yu keyifle izledim.
Zira Arif, bir ilişki yaşamayıp sadece kadınlara ‘ilişen’, “Bu ne biçim şey?” diye sordukları noktada arkasında kapı kilidinin çıt sesini bırakarak ait olduğu otel odalarına dönen bir adam... Ne iş yaptığı sorulursa ‘yazarım’ diyor, halihazırda ilk kitabını yazıp bitirmeye çalışmakta, haftada birkaç gün bir barda DJ’lik yapıyor, bir de sözüm ona ‘kadınları anlamaya çalışıyor’.
Sanki tek bir kadın tipi varmış, onun özelliklerini belirlediğinde hayatın denklemini çözmüş olacakmış gibi... Bu nedenle de zaten, yazdığı romanda kadının adı da yok, kim olduğu, nereden gelip nereye gittiği de belli değil. Kadın işte...
Ancak günün birinde, karşısına ‘farklı’ bir kadın çıkıyor; Müzeyyen...
Ve Arif ilk defa her hikayenin sonunu kendisinin yazamayacağını öğreniyor. Kıskançlıkla, sahip olma güdüsüyle, kaybetme korkusuyla yüzleşiyor... Bir de korkunun ecele faydası olmadığı gerçeğiyle...
KLİŞELİKTEN UZAK
Müzeyyen’e gelince...
Ne istediğini, ne hissettiğini tam çözemediğimiz bir kadın... Klişe aşk hikayelerinden birinde olsak, bir travması, bağlanma korkusu olurdu, sonunda kahramanımıza aşık olup kabuğunu kırar, yeniden o ‘hamurunda’ olan aşık ve sadık kadına dönerdi ama bizim Müzeyyen’in sonu böyle değil ve filmi farklı kılan da bu.
Tabii bir de Çiğdem Vitrinel’in, ilk filmi ‘Geriye Kalan’da da çok hissedilen o özenli dili ve farklı dünyası... Arif’le Müzeyyen’in arasında baştan beri varolan o tekinsiz alanı öyle güzel veriyor ki, onların en coşkulu ve ‘aşık’ oldukları anlarda bile buradan yakında ‘arızaya’ bağlanacağımızı seziyoruz.
Tabii Arif de seziyor aslında ve o yüzden sürekli tetikte.
Sonra da “Nasıl yapar bunu?” diye soruyor, “Hep gözünün içine baktım ben onun.” Sanki o güne kadar kendisi gözünün içine bakan kimseye arkasını dönüp gitmemiş gibi...
SADECE ESİNLENME
‘Behzat Ç.’de doyamadığımız Erdal Beşikçioğlu - Sezin Akbaşoğulları şahane ikilisi tabii ki filmin en önemli artılarından.
Sezin Akbaşoğulları gizemli bakışlarıyla, hangi an gülüp hangi an seveceği, ne zaman arkasını dönüp gideceği belli olmayan Müzeyyen’in ta kendisi... Erdal Beşikçioğlu, hayattaki en mutlu ilişkisini Derya Alabora’nın kısacık ama iz bırakan performansından izlediğimiz fahişeyle yaşayan, ‘sorularda iyi, cevaplarda tutuk’, hayata bir türlü ‘ayamayan’ Arif’te gene müthiş.
Dediğim gibi, hayat ve sanat malum ‘ıssız adam’ hikayeleriyle doluyken bir ‘ıssız kadın’ filmi hiç değilse ters köşeye yatırıyor seyirciyi. Malum, film İlhami Algör’ün romanının adını taşımakta.
Fakat hemen uyaralım, romanı sevip perdede onu arayanları hayal kırıklığına uğratacaktır, çünkü sadece bir ‘esinlenme’.
Çiğdem Vitrinel ile Ceyda Aşar oradan yola çıkıp bambaşka bir dünya kurmuşlar. Kitabın edebiyatı da bu dünyaya sinmiş olduğundan geriye bir dolu sağlam cümle, ‘iyi soru’ ve ‘tutuk cevap’ kalacak...
FİLMİN ALBÜMÜ DE ÇIKTI
Adamımız DJ olunca, ‘Fakat Müzeyyen Bu Derin Bir Tutku’da müziğe de epey önemli bir rol verilmiş durumda.
Filmin orijinal müziklerine imza atan, bir de küçük rol oynayan Harun Tekin’in prodüktörlüğünü üstlendiği albüm, Sony Müzik’ten çıktı bile.
Açılışta filmin tema müziği üzerine yazılmış bir Harun Tekin - Sezin Akbaşoğulları düeti var; “Muhteşem Bir Son”. Sözleri zaten iki karakterimizi de ele vermekte... Adam ‘Muhteşem bir son’ derken kadın “Ya da ne fark eder?” diyor... Adam “Seninle tam oldum” derken, “Abartma sen, yeter...” “Ne güzel bir aşk yazmıştım roman gibi” diyen adama cevabı ise “Hayat hep kafanda yaşanmış gibi” oluyor...
Bunun dışında Aylin Aslım’dan Vega’ya, Gece’den Replikas’a bir ‘yerli rock’ geçidi, albüm...