Gazetecinin, yazarın, sinemacının, ressamın başına getirilen ‘kadın’ sıfatından rahatsız olanlardanım. ‘Erkek yazar’ demiyorsak ‘kadın yazar’ da onun kadar gereksiz. Yazarın - yönetmenin - gazetecinin tanımı gereği erkek olduğunu, bir kadın bu işe soyunursa özel olarak belirtilmesi gerektiğini söylemiş oluyorsunuz.
Buna karşılık sinemamızda erkek hikayesi egemenliğinden de bir o kadar sıkılmış durumdaydım yıllardır. Madem erkek yazar ve yönetmenler daha çok hemcinslerini yazıp anlatabiliyor, filmlerine iliştirdikleri kadın karakterler de ‘olmasaydı daha iyiydi’ dedirtiyordu, bize kadın senarist ve yönetmenler lazımdı.
Ne mutlu geçmiş zaman kullanabilene, çünkü Türkiye sinemasında birkaç yıldır sessiz ve derinden gelen bir kadın yazar - yönetmen kuşağının izlerini görür olduk. Bakınız, bu yıl İstanbul Film Festivali’nin Ulusal Yarışma bölümünde ‘Ana Yurdu’ (Senem Tüzen), ‘Toz Bezi’ (Ahu Öztürk), ‘Kasap Havası’ (Çiğdem Sezgin) gibi iddialı filmlerden söz edebiliyoruz.
‘Kasap Havası’, Çiğdem Sezgin’in yazıp çektiği ilk film ama arkasında Yusuf
Kurçenli’nin yardımcı yönetmenliğini de yaptığı uzun bir sinema - televizyon geçmişi var. Film, terzi Leyla (Şenay Gürler) ile taksici Ahmet’in (İnanç Konukçu) aşkını, ama aslında geçmişte kendisini hiç de mutlu etmemiş bir sevgiliye takılıp kalmış, en son beraber olduğu adam (Leyla’nın annesinin deyişiyle gezip tozup gönlünü eğlendirdikten sonra) gidip genç bir kızla evlenmiş, nihayet mutluluğu kendisinden çok genç bir adamda yakalayacak gibi görünen bir kadının gelgitlerini anlatıyor.
Ailesinin uygun gördüğü bir kızla (Cemre Ebuzziya) nişanlanmak üzere olan Ahmet, aşk uğruna herkesi karşısına alırken, geçmişten gelen eski sevgiliyle, ki kendisini Hakan Karahan canlandırmakta, işler sarpa sarıyor.
Son derece gerçekçi karakterler, su gibi akan diyaloglar, çok iyi oyunculuklarla dört başı mamur bir film, ‘Kasap Havası’. Çok başarılı bir ‘Türkiye’den kıstırılmış insan portreleri’ galerisi. Yaşayıp nefes alan, zaafları ve iç fırtınaları olan, sahici bir kadın karakter ve onu sahiden ete kemiğe büründüren Şenay Gürler. Ahmet’in annesinde izlemeye doyamadığımız Özey Fecht bir de.
En büyük, belki tek eleştirim, can alıcı karakterin filmin son yarım saatinde birden ortaya çıkıvermesine olabilir. Çiğdem Sezgin bir röportajında insanların geçmişle defterlerini dürememesini anlatmak istediğini, bu yüzden bunu tercih ettiğini anlatıyor ama benim hala öncesinde izlerini yeterince görmediğimiz o ani gelişe itirazım var.
Bu yine de, filmin tadını kaçırmıyor. Film, festival kapsamında bugün saat 11.00’de Atlas’ta, umarım eylülde de sinemalarda.