Müziğin sadece eğlenmek için yapılan bir şey olmadığını, insanı iyileştirici, güçlendirici, umudu besleyici bir yanı olduğunu bana ilk öğretenlerden biriydi; Joan Baez. Henüz küçücük yaşlarımda büyülemişti bu melek sesli kadın beni. Dünyanın dört bir yanındaki acılara sadece gitarı ve yumuşacık sesiyle, bağırmadan, çağırmadan, sakin ama dimdik durarak karşı çıkıyordu.
Martin Luther King’ler, Steven Biko’lar, Sacco ve Vanzetti’ler geçiyordu şarkılarından, haksızlıklara kahramanca direnişleriyle... Sonra bütün adaletsizliklere karşı hayatı kutsayan ‘Gracias a la Vida’yla sarıyordu yaralarımızı... Bob Dylan ‘Blowing in the Wind’iyle sorularını rüzgara havale ederken, John Lennon’ın ‘Imagine’i ile daha iyi bir dünya hayali sunuyordu kırık kalplere... İyileştirici bir ayin gibiydi, onun konserleri...
Şatafat yok, tantana yok
Bizleri daha önce de onunla buluşturan ‘İstanbul Caz Festivali’ sayesinde 1 Temmuz akşamı Açıkhava Tiyatrosu’nda bir kez daha kucaklaştı, İstanbullu kadim dostlarıyla, Joan Baez. İki kişilik ‘orkestrası’, bir de kendisi... Şatafat yok, tantana yok, sapsade. Bir gitarı, bir sesi, bir de yüreği...
Üstüne bir de dolunay çıktı mı, sahnenin arkasından, büyü tamamlandı.
Tatlı tatlı sohbet etti yine izleyicisiyle; “İngilizce bilenler bilmeyenlere tercüme etsin, böylece arkadaş olabilirsiniz” diyerek. Kendisi çünkü, yanına yaklaşan herkesle arkadaş olmaya hazır. Konser günü şehre gelip oteline kapanıp ertesi sabah ilk uçakla giden ‘star’lardan değil. Şehrin her köşesine dokunup öyle gidiyor. Bir bakıyorsunuz Grup Yorum konserinde, bir bakıyorsunuz Kardeş Türküler’le bir Beyoğlu meyhanesinde...
Önce kendi sahnesinde ağırladı, Kardeş Türküler’i. ‘Tencere Tava Havası’nı söylediler hep birlikte. Derken meşhur ‘Donna Donna’ya Kürtçe sözlerle eşlik etti, Vedat Yıldırım. En son beline şalını bağlamış göbek atıyordu Joan Baez, bütün içtenliğiyle.
Şanslıyım, gecenin sonunu Beyoğlu’nda, Mari Esgici’nin dost ‘Mekan’ında getiren ekibe katılabildim. Joan Baez’in nasıl herkesin yanına tek tek yaklaşıp kadeh tokuşturduğunu, bu sefer boynundaki poşusunu kotunun üzerine bağlayıp ’Bu fasulya yedi buçuk lira’lar, ‘Hayatı tespih yapmışım sallıyormuşum’lar eşliğinde nasıl ‘döktürdüğünü’ görme, karşılıklı iki göbek atma imkanım oldu. Ne “Bu insanlar kim?” diye sordu, ne “Konserden çıktım, yorgunum” nazı yaptı, müthiş bir dost meclisi ve sanki etrafındaki herkes de 40 yıllık dostu. Hep beraber eğleniyoruz.
Bunca yıl (55 yıllık müzik hayatından söz ediyoruz) eksilmeyen bir sevgi halesinin, gittiği her yerde pamuklara sarılıp sarmalanmasının, bizim Açıkhava Tiyatrosu’nu son koltuğuna ve basamağına kadar dolduran Baez aşkının bir sebebi var elbet...
İnsanlar kapı komşularına seslenir gibi “Joan!” diye bağırdıklarında koltuklarından, aynı içten yanıtı alıyorlar çünkü.
O hep bizim ‘Joan’ ve 55 yıldır dünyanın tüm haksızlıklarına karşı aslanlar gibi direnmeye devam ediyor.
Bir gitarı, bir sesi, bir de yüreğiyle...