Asu Maro

Asu Maro

amaro@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Siz de bazen hatta sık sık, kafanızda her biri ayrı tondan söyleyen bir koronun konuşup durduğunu hisseder misiniz?
“Akşam filancaları yemeğe çağırsam ama ya eti tam kıvamında pişiremezsem? Söyledikleri saatte gelmezlerse de soğursa, ya da erken gelirlerse de yetişmezse? Masaya sığamazsak? Rahat edemezlerse? Mutfakta mı otursak acaba yoksa salonda mı? En iyisi salon, daha geniş... O zaman da sürekli mutfağa gidip gelmem gerekecek. Masayı mutfağa mı taşısam? Müzik seti salonda kalır bu sefer... Tamam, hepsini birden mutfağa taşırım. Önce salonda birer içki alsak daha mı iyi olur peki?”
Bu böyle sonsuza kadar gider, her bertaraf ettiğiniz endişe(cik) bir diğerine kapı açmak suretiyle, kafanızı bir münazara alanına dönüştürür. Sonuçta büyük olasılıkla kimseyi çağırmaz, kendi güvenli alanınızda tek başınıza oturur, televizyona bakarak sandviçinizi yersiniz. Sen sağ, ben selamet...
Ama ikimiz de yalnız...

BAŞ DÖNDÜREN BİR KOMEDİ
Oyun Atölyesi’nin ilk provalarından birine konuk olduğum oyunu ‘Dolu Düşün Boş Konuş’ seyirciyle buluştu bu cuma.
Steven Berkoff’un yazdığı oyun, tam olarak ruhumuzu sinsi sinsi ele geçirip hayatımızı yöneten korkular üzerine baş döndüren bir komedi.
Baş döndürüyor, çünkü aynı anda sahnedeki kişilerin hem dış, hem de iç seslerini duyuyor, hem çevreye gösterdikleri maskelerine, hem içlerinde kopan fırtınaya tanık oluyoruz.
Komedi, çünkü her biri attıkları her adımda aslında bambaşka şeyler düşündükleri için komik durumlara düşüyorlar ama trajik de... Çünkü hayatımızı nasıl kendi elimizle bir hapishaneye çevirdiğimizi, kaçamayacağımız bir şekilde yüzümüze vuruyor.
Donna ile Frank, yıllar içinde birbirlerinden pek haz etmeyen bir ikiliye dönüşmüş bir karı-koca. Frank’in iş arkadaşı Henry, karısı tarafından terk edilmiş yalnız bir adam.
Donna’nın annesi, bir huzur evinde yaşıtlarıyla olmayı düşleyen yaşlı bir kadın.
Bir de sistemin ‘kazananlarından’ George var ama o da muhtelif ‘erkeksi’ korku ve komplekslerine sahip.
Neticede kimse yerinden, işinden, yatıp kalktığı insandan, yaşadığı hayattan mutlu değil. Aralarında sahte diyaloglar süre dursun, arada herkes donuyor ve biz birinin iç sesinden o anki gerçek hislerini, korkularını, endişelerini duyuyoruz.

OYUNUN HAKKINI VERİYORLAR
15 sene önce Zuhal Olcay ve Haluk Bilginer tarafından kurulan Oyun Atölyesi’nin açılış oyunuydu; ‘Dolu Düşün Boş Konuş’...
Şimdi Muharrem Özcan’ın farklı rejisi ve yepyeni bir oyuncu ekibiyle sahnede.
Hasibe Eren, Fatih Al, Gökçer Genç, Tuna Kırlı ve Murat Okay, bu her anı müthiş enerji isteyen oyunun hakkını veriyorlar.
Özellikle Tuna Kırlı ile Hasibe Eren’in ikinci perdedeki flört sahneleri bütün salonu kırdı geçirdi.
‘İch möchte fünf köfte / Herr hausen die beine’ şarkısı da doğrusu cuk oturmuş buraya, neticede hepimizin ‘dibi aynı’. Şarkıyı söyleye söyleye çıkıyorsunuz zaten oyundan. İç ve dış sesler arasındaki uçurum biraz daha belirginleşir, iç seslerdeki karanlık kaygı hali seyirciye daha iyi geçerse, izlemesi daha keyifli hale gelecek.
‘Keyifli’, bilemiyorum doğru tanım mı...
Çünkü neticede “Ben kendime ne yapıyorum ya” dedirtiyor ve sahiden izledikten sonra daha çok duymaya başlıyorsunuz o içinizdeki kaosu... Alışmışsınız yıllardır, duymaz olmuşsunuz, onun ellerine vermişsiniz iplerinizi. Böyle yüzünüze vurulunca, fark ediyorsunuz. Bu da iyi bir şey belki, fark etmek iki sesi akort edip birbirine uydurmaya çalışmanın ilk adımı olabilir...