‘Kim Korkar Hain Kurttan’ Oyun Atölyesi’nde sahneleniyor.
Daha önce ‘Kim Korkar Hain Kurttan’ı izleme olanağım olmamıştı. Ne sahnede - ki bu çok şaşılası değil, en son 1987’de Ankara’da oynanmış. ‘Salıncakta İki Kişi’ye doyamadık ki sıra gelsin - ne de utanarak söylüyorum ama perdede...
‘Kim Korkar hain Kurttan / Who’s Afraid of Virginia Woolf’, Elizabeth Taylor ve Richard Burton’lı bir efsane film. Sırada onu izlemek var. Ama sahnedeki eksiğimi Oyun Atölyesi’nde gidermiş, Martha ile George’un neden tiyatro tarihinin en unutulmaz çiftlerinden biri olduğunu anlamış bulunuyorum.
Aşkla nefret arasında
Zira Edward Albee, 1962 yılında yazdığı, ‘hem ticari başarı, hem de eleştirmenlerin takdirini kazanan’ oyunda; insanlık tarihi kadar eski bir durumu, bilmem kaç senedir evli bir çiftin aşkla nefret arasında gidip gelen hallerini ortaya en çıplak haliyle koyuyor.
(Broşürde yer alan yazıda onu aynı zamanda ‘bilen bilir’ statüsünden ‘bilmeyen yok’ statüsüne yükselttiğinden söz ediyor ve bunu biraz da rahatsız edici buluyor ama olsun.)
Bir bakıyorsunuz birbirlerini öldürmeleri an meselesi ama bir dakika sonra kalıbınızı basarsınız ki, birbirleri olmadan yaşayamazlar.
Ve “Bu Martha deli mi acaba?”, “Yok acaba asıl aklından zoru olan George mu?” derken, aslında evlilik kurumunun ya da aşk denen şeyin; belki bütün insan ilişkilerinin zaman zaman mantık dışı ve böyle sınırlarda dolaşan durumlar olduğunu düşünüyorsunuz.
Kimin arızaları yok ki?
Evet, birini sevmek, onunla bir hayat hayal etmek aynı zamanda bir sürü hayal kırıklığını da getiriyor zaman içinde. Ve siz o kafanızdaki beyaz atlı prense-prensese benzemediğini aşkın gözü kör eden perdesi kalktığında anladığınız insanla baş başa kalabiliyorsunuz...
Üniversite başkanının kızıyla evlendiği halde bir tarih bölümünün başına geçmeyi bile ‘beceremeyen’ George ile iddialı karısı Martha gibi...
Ayrıca kimin arızaları yok ki? Lafı dolandırmazsak, zaman zaman “Hepimiz George’uz, hepimiz Martha’yız” hissiyatı geliyor insana. Evlerimiz de gerilimin, temponun hiç düşmediği, entrikanın kol gezdiği birer mayın tarlası tabii...
Çiftimiz bir gece fakülte partisinden dönerken üniversiteye yeni gelen genç biyoloji hocası Nick ile karısı Honey’i de evlerine çağırıyor. Saatler ve kadehler ilerledikçe itiraflar başlıyor, sırlar dökülüyor ortaya ve genç çiftin durumunun da George ile Martha’dan daha parlak olmadığı ortaya çıkıyor...
3 perde göz korkutmasın
Oyun 3 perde ama bu, gözünüzü korkutmasın, nasıl geçtiğini anlamıyorsunuz. Tabii ki bunda en büyük pay, şahane bir Martha ile George olan Zerrin Tekindor ve Tardu Flordun’a ait. Özellikle Zerrin Tekindor, göründüğü sahneye ışık saçıyor.
Nick ile Honey’deki genç oyuncuların (Şükrü Özyıldız ve Nilperi Şahinkaya) bu anlamda işleri zor ama sonuçta bir ortak dil tutturulabilmiş.
Oyunun rejisi, Zerrin Tekindor ile 1987’de George’u oynayan Çetin Tekindor’un oğulları Hira Tekindor’a emanet edilmiş. Londra’da sinema okumuş, tiyatro aşığı bir yönetmen ve ilk oyununun altından yüzünün akıyla çıkmış durumda. Şimdi de her oyunun DVD’sini izleyip notlarını yollamaya devam ediyor.
Peki oyunu izlemeyip yaşayan seyirciye ne demeli? Bütün koltuklar dolu ve bütün teyzeler oyunun içinde. Martha’ya cıkcıklarken Zerrin Tekindor’a sevgilerini bildirebiliyorlar...
Ve tabii ki çıkışta bir ‘resim çekinme’ kuyruğu oluşuyor fuayede. Edward Albee görse gözleri yaşarırdı eminim...