Stavros, kendisine okutulanı öğrenen, öğrendiğini eğip bükmeye kalkışmadan olduğu gibi hatmeden, gitgelleri olmayan bir çocukken, büluğ çağının ilk kıpırtılarıyla birlikte ona bir haller oluyor.
Artık bütün hikayelerin bir de Stavros versiyonu var. Hele hele Yunan mitolojisi, sürekli sorgu suale tabi tutuluyor, hikayelerin sonları yeniden yazılıyor. “Truva Savaşı’nı biz kazanmadık, Odisseus da asla evine ve karısına dönmedi” diye ağlattığı okul arkadaşlarının anneleri dayanıyor kapılarına, “Oğlunuz çocuğumun dengesini bozuyor” diye. Denge çünkü, değişmeyende, sabit olanda, sorgulanmayanda. Annesinin “Mitolojiyi de çok güzel bilirdi, ne oldu anlamıyorum” diye götürdüğü doktorun teşhisi, Mitopati virüsünün büyüme çağındaki çocuğu etkisi altına aldığı oluyor. “Lodos kafasını karıştırıyor” da denebilir.
Ve o kafa karışıklığından müthiş zenginlikler, hayatı binbir renge boyayan hayaller, gerçeklerden her zaman daha ilginç hikayeler çıkıyor. Tam da bir ömür vitrine koyduğu Ari Onasis fotoğrafına hikayeler yazıp ona ait olduğunu iddia ettiği bavulu “Normalde 400 Drahmi ama size bir şeyler yaparım” diyerek sayısız kişiye satan babasına yaraşır şekilde sıkı bir hikayeci oluyor Stavros da.
Hayatında ne zaman tutkuyla bağlandığı bir şeyi; özellikle de bir kadını ama aslında umudunu kaybetse, devreye bu ipe sapa gelmez gözüken hikayeler giriyor, bir koruma kalkanı gibi ve Stavros kendini Truva Atı’nın acil çıkış kapısı olup olmadığını düşünürken buluyor mesela. Bir tür avuntu bu öyküler ve sürekli kurulan seyahat hayalleri.
Yunan yönetmen Tassos Boulmetis’in İstanbul Film Festivali’nin açılışını yapan filmi ‘Lodos’, 60’lar ve 70’lerden bir büyüme öyküsü. Arka planda politik çalkantılar olanca ağırlığıyla hissedilirken, biz bütün naifliğiyle hikayelere tutunan bir gençliği izliyoruz. Şiir gibi akıp giden, karakterlerinin sadeliği, ilişkilerinin saflığıyla seyirciyi sarmalayan bir film.
“Hayatını değiştir, hikayeni değil” gibi bir cümlesi var. Hikayeler nefes alma alanı ve hikayeler kurtarıcı. Hayatını değiştiremeyeceğini sandığın noktada yol gösterici.
‘Lodos’ bu akşam da City’s’de seyirciyle buluşacak. Lodos esince kafası karışanlara, hikayesine tutunmaktan vazgeçmeyenlere birebir.
NAMUS CİNAYETİ TEHLİKELİ KONU
Kanal D’nin yeni dizisi ‘Kara Yazı’, çok iyi bir oyuncu kadrosu olan, merak uyandıran bir iş. İki ayrı baba var; biri zengin ve muktedir Oğuz bey (Haluk Bilginer), diğeri bir süre hapis yatmış duvarcı ustası Halil (Emre Kınay).
Bizim dizilerde genel olarak zengin aileler sevgisiz olur, ‘Kara Yazı’ da geleneği bozmamış, Oğuz Bey asla çocuğu ya da karısı olmak istemeyeceğiniz, acımasız bir adam. Gelgelelim, görece sevgi dolu olduğunu var saydığımız fakir evde de üç kızına namus takıntısı nedeniyle hayatı dar eden bir baba var. Ortanca kızının ‘kirlendiğini’ öğrendiğinden beri kızı öldürüp namusunu temizlemek için plan yapıyor.
Bunu yapıp yapamayacağı bir yana, bütün o hazırlık faslında, silah alacağı adam “Bu işin başka yolu yok mu?” diye sorduğunda “Yüzümü yere eğdi” cevabının geçerli kabul edilmesinde, o babanın cinayete bir kala hamsi kuşu yapıp kızlarına yediren, onlara veda hediyeleri alan, şefkatli yüzünün gösterilmesinde sorunlu bir yan yok mu? Sanırım ülkemizde en son empati yapıp anlayış göstermemiz gereken kişiler, namusu uğruna evladını öldüren ya da bunu aklından geçiren babalar.
Umarım bu gidişat tez zamanda yön değiştirir.