Lisedeydim kendisiyle tanıştığımda. ‘Ayışığında Çalışkur’ diye bir oyun, Galatasaray Lisesi Tiyatro Kulübü’nde sahneleniyor. Şaşkına döndüğümü hatırlıyorum, öyle farklı bir kurgusu var, o kadar komik ve aynı anda o kadar zekice eleştiriler içeriyor ki, içinde geçtiği Çalışkur Apartmanı sakinlerine ve mahalleliye...
Aynı öyküyü iki kere anlatıyor. Bir olduğu gibi, iki itiraz eden seyircilerin - tabii aslında ‘düzenin’ - isteklerine göre ‘düzeltilmiş’ şekilde.
Misal, birinci perdede kendisi hapisteki kapıcının karısıyla düşüp kalkarken parkta sarmaş dolaş oturan sevgilileri karakola götürmeye çalışan bekçi Zülfikar, ikinci perdede kibar, efendi bir adama dönüşüyor, birbirini seven gençler de düşük ahlaklı serserilere.
Hiçbir şeyi gözüne sokmuyor izleyicinin, “Mesaj veriyorum, aldın mı?” demiyor. Çok eğlenceli.
O gün Haldun Taner adını aklıma kaydediyorum, nasıl bir yazar bu!
Bitmeyen bir keşif yolculuğu
1935’te Galatasaray Sultanisi’nde orta öğrenimini bitirdikten sonra devlet bursuyla Heidelberg Üniversitesi’ne gitmiş, tüberküloz nedeniyle Siyasal Bilgiler’i yarıda bırakıp yurda dönmüş, 1950’de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Filolojisi Bölümü’nden mezun olmuş. Tiyatro eğitimi 1955-57 arası gittiği Viyana Max Reinhardt Tiyatro Akademisi’nden.
Bütün bu birikimini dönüp aktardığı yer ise, son derece ‘bizden’ insanları anlattığı, çok yenilikçi ama hep de bu toprakların geleneğinden beslenen, müthiş sade ve güzel bir Türkçe’yle yazılmış, su gibi akıp giden öyküler, oyunlar.
Sonra öğreniyorum, benim 1980’lerin sonunda “Amma farklı bir yapısı var” diye şaşırdığım oyun, ta 1954 yılında yazdığı öykünün sahneye uyarlamasıymış. Aslında kendisi ‘Ayışığında Şamata’ adıyla 1977’de yazmış oyunu ama bizim lise öyküyü esas aldığı için herhalde, ‘Çalışkur’ adını kullanıyor. Gidiyorum, öykülerini alıyorum bir bir. ‘Kızıl Saçlı Amazon’, ‘Sancho’nın Sabah Yürüyüşü’, ‘Şişhane’ye Yağmur Yağıyordu’... Bırakamıyorum elimden.
Tiyatro oyunları ayrı bir alem. Televizyonda bayıla bayıla izlediğim Gülriz Sururi - Engin Cezzar Tiyatrosu yapımı ‘Keşanlı Ali Destanı’ tek başına ölümsüz kılmaya yeter yazarını.
Peki ‘Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım’? O da öyle. Bu arada bir daha eşi benzeri gelmeyen Devekuşu Kabare’nin de mimarlarından, ‘Astronot Niyazi’den ‘Ha Bu Diyar’a kadar unutulmaz oyunların da yazarı. Onları saymamak olur mu? Epik tiyatronun da, kabarenin de Türkiye’deki öncüsü, var mı ötesi?
Özetle, bitmeyen bir keşif yolculuğu, Haldun Taner’in dünyasına bir kez adım attınız mı sizi bekleyen. Hani Devlet Tiyatroları’nda olsun, Şehir Tiyatroları’nda olsun ‘yerli oyun’ rüzgarı estirenlere diyorum, daha ‘yerli’sini bulamazsınız. Biliyorum, zaman zaman programa alındığını, daha fazla alınmasında bir sakınca yok bence. Döne döne neleri izlediğimizi düşünürsek...
Önce Kadıköy Mühürdar’da, sonra Edirne Keşan’da Haldun Taner büstlerini kırıp dökenlere diyorum bir de, düşmanlığınız kime, biliyor musunuz? Muhtemelen çok ‘yurtsever’, ‘vatanperver’ geçiniyorsunuzdur, bu memleketi en iyi anlatan yazarlardan birinin hatırasına saldırdığınızın farkında mısınız?