Bize niye gelsinler canım? Biz kimsenin etlisine sütlüsüne karışmıyoruz ki!”
“Bulaşmayacaksın, bulaştın mı kötü. Kendi halimizdeyiz biz.”
“Bizimki sessizdir zaten, kimseye ‘Kaşının altında gözün var’ demez. Evinden dairesine, dairesinden evine.”
Üç tane kadın, ellerinde örgüleri, çay sohbetindeler. Ama ne sohbet, birinin gümüşleri, ötekinin acem halıları, berikinin kürkü, başka konu yok. Bir de pek değerli etliye sütlüye bulaşmayan, uysal kocaları. Böyle tamamen kendi evleri kendi oturma odaları içinde geçen, kendi hayatları.
O sırada dışarıda kıyamet kopuyor, umurlarında değil. Arada sesler geliyor, korkup daha da tıkıyorlar kapıyı bacayı, aman dış dünya sızamasın evlerine. İnsanlar birbirini yiyormuş, onlara ne? Onlar mı dedi “Birbirinizi yiyin” diye?
Birileri acı çekerken mutlu olmak
Adalet Ağaoğlu, 1971 yılında yazmış tek perdelik oyunu ‘Kozalar’ı. Tiyatro Pangar alıp 2016 yılında sergiliyor, değiştirilecek tek bir kelime yok neredeyse. Gene dış dünyada kopan kıyametler, gene hayali düşmanlar, gene kendi kozasını örüp içine saklanırsa olan bitenin kendisine bulaşmayacağına inanan insanlar.
Pangar’ın prömiyerini Avignon’da yaparak yüzümüzü ağartan, şimdi de yolculuğuna İstanbul’da Zorlu PSM Stüdyo Sahne’de devam eden prodüksiyonu, şahane bir kadın ekibinin ürünü. Metni sahneye koyan Türkiye tiyatrosunun büyük şanslarından Ayşenil Şamlıoğlu. O kendilerine korkularından kozalar ören üç kadının insanlıktan çıkıp böcekleşmeye gittiği dünyayı öyle bir renk cümbüşü içinde kuruyor ki, biz de izlerken ne eğleniyoruz, ne gülüyoruz. Mümkünmüş gibi sanki, birileri acı çekerken kendi kristallerine, halılarına ve gümüşlerine sarılarak mutlu olmak.
Fikir annesi Demet Evgar
Tiyatronun kurucusu ve bu metnin sahnelenmesinin fikir annesi Demet Evgar, yıllar sonra tiyatro sahnesine dönmeye ikna edilmesi müthiş bir haber olan Binnur Kaya ve son dönemin parlak oyuncularından Esra Dermancıoğlu çok iyi bir üçlü olmuşlar. Adeta tek vücudun üç uzvu gibi bir uyum içinde hareket ederken, her kadının kendine ait arızalarını da ayrı ayrı başarıyla yansıtıyorlar. Üstelik oyuncudan yüksek performans isteyen, hiçbir anı boş geçirilemeyen bir oyun ve sahiden seyircinin de dikkati bir an dağılmıyor. Burada Candaş Baş’ın koreografisinin de altını çizmek lazım tabii.
Baştan sona sürükleyici
Tomris Kuzu’nun kostüm tasarımı, bütün o felaketler içinden kendi hayatlarını sıyırmaya çalışan üç kadının abartılı neşesini çok güzel yansıtıyor. Cem Yılmazer’in ışık, Serdar Yılmaz’ın dekor tasarımı, Tuluğ Tırpan’ın müzikleriyle dünya tamamlanıyor. Adalet Ağaoğlu metni yazarken dünyadaki trajedilerden, savaşlardan görüntüler barkovizyonda gösterilsin istemiş. Pangar’ın yorumunda bunun yerine Okan Yalabık’a ait ses tasarımı var ve sahiden insanın hayal gücünü harekete geçiren, çok başarılı bir sonuç çıkmış ortaya.
Üç kadın kendi kozalarının içinde nefes alamaz hale gelirken, baştan sona sürükleyici, eğlenceli bir 50 dakika sonunda birçok soru bırakıyor kucağımıza ‘Kozalar’: ‘Kendimizi bir parçası olduğumuz dünyadan ne kadar soyutlayabiliriz?’ ‘Etliye sütlüye karışmamak çare olur mu?’ Hadi diyelim hayatta kaldık da, Ayşenil Şamlıoğlu’nun dediği gibi “Yaşamdan kaçarak sürdürülen şeyin yaşamak olduğuna emin miyiz?”