Geçen hafta kendi deyişiyle ‘yaşam defterini kapatan’ Mehmet Pişkin, bu hayata son notunu bırakırken yol açacağı kargaşayı tahmin ediyor muydu, bilemiyorum. Kuşkusuz; görülmesini, konuşulmasını istemese sadece arkadaşlarına yollardı veda videosunu. Belli ki 36 yıllık ömrünün son 14 dakikasıyla tanımadığı insanların da hayatına dokunmak istedi bir yerinden.
Ama hiç de azımsanmayacak kadar çok sayıda kişinin, bir insanın kendi hayatı üzerine verdiği son kararına hem de hakaretler ederek müdahale etme hakkını kendilerinde göreceklerini hesap etmemiştir herhalde.
***
Sosyal medya çok kalp kırıcı bir yer haline geldi. İsteyenin istediği nefreti, kini, salyayı saçabildiği bir yer...
Bu dünyadan kendi isteğiyle çekip gitmeden önce geride kalanlara son derece zarif cümlelerle veda eden, ağzından kimse için kötü tek bir sözcük çıkmayan, videosuyla sadece iyi dilekler bırakan bir adama “Cehennemde yanıyor” diyebilecek insanların cirit attığı bir yer...
Nasıl bu kadar kötü olabiliyorlar? Ben mi anlayamıyorum bir türlü?
Size ne kardeşim? Kimin inanıp kimin inanmadığından, kimin yaşamı anlamlı bulup, kimin bulmadığından?
Size mi düştü habire başkalarına iman
dersi vermek? Ne saygı
var, ne izan...
***
Hayır, bu nasıl bir coşku ayrıca; başkalarının size göre ‘günahları’ gelip sizin sevap hanenize mi yazılıyor?
Ayrıca emin misiniz bu derece kin ve nefretin cennetlik olduğundan?
Hiç tanımadığınız, size hiçbir kötülüğü dokunmamış bir insana nefret kusmak ödüllendirilecek bir
şey midir sahiden...
İnsan türünün birbirinden sebepsizce nefret ettiği, kendi gibi yaşamayana, düşünmeyene, kendi inandıklarına inanmayana hoşgörü göstermeyi bırak, ona yaşama -ve hatta istediği gibi ölme- hakkı bile tanımadığı bir yer cehennemin ta kendisi değilse, neresidir?
BARi HiKAYEYi BAĞLASAYDINIZ...
Ülkenin kendisinden farkı olmayan dizi piyasasının muhtelif saçmalıklarına, istikrarsızlıklarına ‘alıştık’ artık.
Ve herhalde aslında sorun da burada; bu saçmalıklara alışmakta... Her gün “Bir dizi daha ekrana veda etti” başlığını görüp hiç şaşırmamakta.
İstisnasız bütün dizi oyuncuları şartların kötülüğünden, dizilerin uzunluğundan, önlerini görememekten yakınırken; hiçbir şeyin değişmeyip, her şeyin kötüye gitmesinde.
“90 dakikalık dizi mi olur?” şikayetlerinin dizilerin 120 dakikaya çıkmasıyla sona ermesinde.
Bir dizinin üç bölüm mü 33 bölüm mü devam edeceğinin bilinememesinin normal karşılanmasında...
***
Seyirci olarak da durumumuz hiç hoş değil.
Yeni başlayan bir diziyi izlemekte tereddüt ediyorum ben mesela. Olur da beğenirsem, takılırsam gelecek hafta da izleyebilecek miyim belli değil.
Buyurun, büyük tantanalarla başlayan, son derece de eli yüzü düzgün, hikayesiyle, oyuncularıyla çok izlenesi bir dizi olan ‘Bana Artık Hicran de’ sessiz sedasız yarıda kalan diziler çöplüğüne atıldı gitti. Hem de sadece dört bölümde! Aslında üç de, dördüncüyü de herhalde çekildi, boşa gitmesin diye yayınladılar.
Ve bütün sırlarıyla birlikte gömüldü gitti. Bari
zahmet edip hikayeyi bağlayın, aceleniz ne?
En azından 13 bölümünü garanti etmedikleri bir işe girip, daha hikaye yeni yeni gelişirken pat diye bitirmek koskoca bir kanala yakışıyor mu?
Bu ekranlar deneme yanılma tahtası olmaktan çıkana kadar bize kalan; ne zaman başlayıp, ne zaman ara verip, yeni
sezonu ne zaman açacağı bir yıl öncesinden belli olan ‘medeni’ ülkelerin dizilerini izlemek anlaşılan...