Asu Maro

Asu Maro

amaro@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Çok bildiğim hayat hikayelerinden biri değildi Bergen’inki... İşte meşhur kezzap hikayesini biliyordum herkes kadar, bir de genç yaşta öldürüldüğünü... Gözümün önünde hayli geçkin bir kadın portresi onu düşününce... Sarı kabarık saçları tek gözünü kapatıyor. Bir de acı gülümseme, yüzünün geri kalanında...
Güzel denemez ama baktıkça bakası geliyor insanın, öyle bir ifadesi var. Aslında bir değil, birçok ifade var o yüzde. Çok sevmiş, çok sevildiğine inanmış bir kadının gururunu da okuyabiliyorsunuz yeterince dikkatli bakarsanız, feleğin bütün sillelerini sırayla patlattığı birinin yılgınlığını da...
Böyle bir şarkı söyler mi insan?
“İçimde bir his var öleceğim diye / Tanrıya yalvardım daha yaşatsın diye...”
Ve kaç yaşında... Meğer o yüzüne baktığım ‘geçkin’ kadın bu dünyadan göçtüğünde 29 yaşındaymış!

BELGESEL ROMANI ELİMİZDE
Hem DJ’lik yaptığı gecelerle, hem yazılarıyla yıllardır müzik camiasına müthiş katkılarda bulunan arkadaşım ve de Milliyet Sanat yazarı Yavuz Hakan Tok, Bergen’in hayatına dair bir belgesel roman yazdığını söylediğinde, konuya dair bütün bilgisizliğim ve ilgisizliğimle düşünmüştüm, ne yazacaktı... Gazetelerde okumuştuk işte olan biteni, ne vardı yazılacak yeni?
Ayrıca belgesel roman nasıl olacaktı?
Hakan ne yaptığını iyi biliyordu ve bugün Alfa Yayınları’ndan çıkan “Acıların Kadını Bergen” elimizde. Ben de her sayfasını ayrı bir heyecanla çevirerek okumaktayım...
Hikayenin kendisi zaten bütün romanlara taş çıkartacak nitelikte ancak onun renkli kalemi ve deli gibi uğraşarak bulduğu detaylar olmasa, böyle anlatılamazdı... Zamanında Bergen’in hayatını yazı dizisi yapmak için dönemin bütün gazetelerini hatmetmiş Yavuz Hakan Tok. Yetinmemiş, kuaföründen estetik cerrahına bir dolu isimle görüşmüş; kendisine seçtiği sahne adıyla Bergen, gerçekte Belgin’in yeğeni Esra Zorlular’dan da yardım almış.
Ailesi Belgin’in ruhu rahatsız olmasın diye konuşmamayı tercih ediyormuş çünkü. Bir tek yeğeni çok sevdiği talihsiz teyzesinin ölümsüzleşmesini istemiş bir romanla. Ne kadar iyi etmiş...

SONUNU BİLE BİLE...
Kafasında soru işareti olarak kalan yerlerde hayal gücünü ve yazarlık yeteneğini konuşturmuş Hakan. Ortaya sahiden çok yetkin bir roman çıkmış.
Ve unutulmaz bir roman kahramanı...
Sonunu bile bile yine de merak ederek, nefesini tutarak, “Öyle olmasın nolur” diyerek okuyor insan. Sorular sora sora...
O sona nasıl gelindi... Bu nasıl bir aşktı da, Belgin durup durup yeniden affetti katilini... Önce özgürlüğünü, sonra gözünü, en sonunda hayatını elinden alan adamı...
Sorular bende hala baki, anladığımı söyleyemeyeceğim ama şundan eminim, kitapta tanıdığım Belgin; bu romandan, insanların onun hikayesini okuyup derdini paylaşmasından çok mutlu olurdu.
O çocuksu neşesi yerine gelir, hiç güldürülmeyen yüzü gülerdi.
Yeğeni Esra Zorlular bir de önsöz yazmış kitaba... O da ayrı içine işliyor insanın. Teyzesinin çektiği acıları görüp bunların aşk olduğuna inanarak büyümüş, “Teyze, insan sevdiğine bunu yapar mı?” sorusuna aldığı cevap; “Bazen insanlar hiddetli sever, ölesiye sever, yaşadığı kötü olaylar sevgisinden bir şey götürmez” olmuş bir çocuğun kalbiyle yazılmış.
Ben aşkın hiçbir hoyratlığa gelemediğine, tekmeyle tokatla, küfürle kavgayla aynı çatı altında bir dakika bile duramayacağına inanan biriyim ama “Umarım öyledir” dedim... O dünya güzeli, daha 16’sında erkekten yana yüzünün gülmeyeceği belli olmuş genç kız, hissettiğini söylediği aşkı yaşamıştır sahiden... Sadece acı çekmemiş de, kitaptaki gibi Halis’in gözlerine baktığında kendisini dünyanın en güzel kadını hissetmiştir bir kerecik olsun.
Hiç değilse bunu diledim onun için...
Yavuz Hakan Tok da ona böyle bir aşk armağan etmiş, kalemine sağlık...
Ve bir yerde söylemiş; haklı, bir film yapılırsa Ezgi Mola pek yakışır Bergen’e.