Asu Maro

Asu Maro

amaro@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

“Bu haber bana ne hissettirdi?” diye düşündüm önce: “Nobelli yazar Mario Vargas Llosa aşk uğruna 50 yıllık eşini terk etti.” (Hürriyet’ten Birce Bora’nın haberi)

Başlık ne hissetmemiz gerektiğini altan alta söylüyor aslında. Adam vefasızın teki. 50 yıllık eş vurgusu, parantez içinde 79 yaş, hepsi tamam. Aklınıza gelmesi gereken de ‘teneşir’ hatırlatması herhalde… Sosyal medya da aynı eğilimde. Çünkü 50 yıllık eş ‘terk edilmez’. Aldatılır, aptal yerine konur ama bırakılmaz. Gezip dolaşıp dönmemiz gereken ‘kürkçü dükkanı’dır o. Başkalarına gözün, gönlün kaysa da beraber ‘öleceğin’ insan sana 50 yılını vermiş olan karındır.

Haberin Devamı

Bütün bu alt metinler bir yana, 79 yaşındaki yazarın gözleri öyle bir parlıyor ki fotoğrafta, hiçbirine değil, hayatın ve aşkın mucizesine inanmak istiyorsunuz sadece. Üstelik ‘uğruna’ evi barkı dağıttığı kadın da 25’lik bir manken değil, Enrique Iglessias’ın annesi Isabel Preysler.

Evet, güzel bir kadın ama sonuçta 64 yaşında. Ve o da bu yaşta aşkı bir kez daha yakalamış durumda.

Hiçbir zaman geç değil

Haberin içinde detaylar var. Llosa’nın “Mutluluğun ne olduğunu öğrendim ve yaşamak için az zamanım kaldı” dediğinin ‘iddia edildiği’ gibi. Kime demiş, nasıl demiş, herhalde dostu olması gereken o kişi koşa koşa basına açıklama mı yapmış, bilemiyoruz. Bildiğimiz, yazarın haklı olduğu. Mutluluk da aşk da yakalandığı yerde dört elle yapışılması gereken şeyler. Kimin az, kimin çok zamanı kaldığı nereden belli?

“Peki vefa diye bir şey yok mu? 50 yıllık hayat arkadaşlığının bir anlamı, önemi?” Olmaz mı, var elbette. ‘Terk etmen’ gerekmez ki kimseyi. Karı - koca olmadan, birlikte iki kişilik bir yalnızlığa gömülmeden de birinin dostu olmaya devam edebilir, hayatta onun ‘yanında’ olabilirsin. 79 yaşında hâla kalbin atıyorsa bir başkası için, bence asıl vefasızlık buna rağmen artık sevgilin değil, dostun olan insanın yanında istemeyerek kalmaktır. Belki gitmek, ona da yeni bir yaşam hakkı vermektir. Görüyoruz ki, hiçbir zaman geç değil.

Gizli rötarlar
Uçak yolculuğu gittikçe daha zor hale geldi. Rötar, adeta olayın olmazsa olmazı. Pazar akşamı İstanbul’dan Bodrum’a gitmeye çalışıyorum. Rötar filan görünmüyor. Ama uçağın kalkması gereken saatte biz ancak içeri alınmaya başlıyoruz. “Gecikme mi var?” diye soruyoruz, “Yoo” diyorlar. Adeta her şey olağan seyrinde, biz aceleciyiz.
Derken uçağın içinde belirsiz bir bekleyiş. Arada biraz yol gidip gene duruyoruz. Hiçbir gecikme uyarısı olmadan bir saat daha bekliyoruz uçağın içinde. Sonunda pilotumuz açıklama yapıyor, “Kalkış için dördüncü sıradayız” diye. Ve sonuç, açıklanan rötar yok, yaşanan 1.5 saat. Bu model bu uçağa özgü de değil üstelik, birçok uçuşta aynen böyle yaşanıyor. Şimdi moda insanlara çaktırmadan geç kalkmak.
Hayır bari uçağın içine tıkmayın insanları, efendi gibi “1.5 saat geç kalkacağız” diye açıklayın, biz de bilelim, eşimize dostumuza haber verelim, koltuğa çakılıp kalmayalım. ‘Rötar’ sözcüğünü ağzınıza almamak çözüm değil ki…