Asu Maro

Asu Maro

amaro@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Asıl mesele notada  yazmayanda



Memet Ali Alabora ve Emir Gamsız-oğlu'ndan bir klasik müzik gösterisi: 'Çocuklar İçin Notada Yazmayanlar'



İş Sanat'ın programlarını seviyorum. En çok da bünyesinde bütün müzik türlerine yer veren bir konser salonu olmasını beğeniyorum. İyi örneklerine elbette.
Bizde cazcılar rock'çılara, rock'çılar klasikçilere, onlar tümüne burun bükerken mesela, İş Sanat'ta hepsi kardeş kardeş geçinip gidiyorlar. Klasik müziği de nitekim, küçük yaştan yakınlık kurulup sevilecek, gayet de 'popüler' olabilecek bir müzik türü olarak ele alıyorlar. Bu alanda yaptıkları en şahane işlerden biri, 'Çocuklar İçin Notada Yazmayanlar' gösterisi.
Aslında 'Notada Yazmayanlar' bir radyo porgramı olarak çıkmıştı yola. Aktör Memet Ali Alabora ile piyanist Emir Gamsızoğlu'nun hazırladığı, bir eserin farklı yorumlarını karşılaştıran, 'notada yazmayanın' peşine düşen bir programdı. Andante dergisinde de yayınlanıyordu program metni daha sonra.
Derken radyodan çıkıp konser salonlarına taştı. Klasik müzikle pekala 'eğlenilirdi', bunun yolunu açıyorlardı onlara kulak verenlere. Şimdi bence bugüne kadarki en hayırlı kitlenin karşısındalar, çocukların. O her tür sese en açık kulakların. Ben yeğenimin konuşmayı yeni sökmüşken sürekli 'kuş sesleri' diye yana yakıla Vivaldi'nin 'Dört Mevsim'ini istediğini bilirim. Dolayısıyla çocuğunuzu iyi bir müzik dinleyicisi yapmak, onun dünyasını zenginleştirmek ya da ilgisini - bilgisini Kral TV klipleriyle sınırlamak tamamen sizin elinizde.
Birinci yolu tercih edenler için, 7 Mart Pazar saat 15.00'te İş Sanat'ta gerçekleşecek 'Çocuklar İçin Notada Yazmayanlar' iyi bir başlangıç. Çocuğunuz 'klasik müziğin' uzaylılar tarafından dünyamıza gönderilmediğini, ona söylediğiniz ninninin de, okulda öğrendiği çocuk şarkısının da bir bestecinin elinden çıktığını öğrenecek. Hatta belki siz de...


Bu da bizim 'Rio'muz

Asıl mesele notada  yazmayanda

Pazar günü bir röportaj vardı Milliyet'te. Lambdaistanbul, 'Nefret Cinayetlerine ve Medyadaki Homofobiye Karşı Eylem' adı altında bir yürüyüş düzenliyordu. Sebep: 2010'un ilk iki ayında işlenen beş eşcinsel cinayeti. Daha yılın başında, ne 'gurur verici' bir bilanço. Ve böylesi dehşet uyandırıcı bir durumun getirmesi gereken yankıdan eser yok.
Grubun üyelerinden bir bölümü, dertlerini Miraç Zeynep Özkartal'a anlatıyor röportajda. "Medya hangi açıdan homofobik?" diye soruyor Zeynep. "Medya eşcinselleri, transeksüelleri sadece polemik yaratmak ya da eğlence faktörü olarak göstermek için kullanıyor" diye cevap veriyor Ecem. "Yaşadığımız gerçek sorunları ise gündeme taşımıyor, yansıtmıyor. Her yıl burada Onur Haftası’nda üç bin kişi yürüyoruz, bu hiçbir yerde çıkmıyor. Ama Brezilya Sao Paulo’da yapılan dünyanın en büyük eşcinsel yürüyüşü haber oluyor."
Ertesi gün görüyoruz ne kadar haklı olduğunu. Taksim'de toplanıyorlar. Bir basın açıklaması yapıyorlar. Ellerinde "Nefret cinayetlerine son", "Travestiyiz, transeksüeliz", "Bihter, Behlül’ü’de Katya’yı da öpebilmeli" yazılı pankartlar... "Hoşgörü istemiyoruz" diyorlar, "İstediğimiz birlikte yaşam. Buradayız, alışın artık."
Sonuç: Tek bir satır yok gazetelerde.
Sonra bakıyoruz bir fotoğraf, renkli, cafcaflı giysiler göze çarpıyor, biri gelin biri damat kılığında iki erkek... "Dev gay yürüyüşünden karnaval görüntüleri." Rio gibi aynı. İşte aradığımız 'eğlence faktörü' orada, Sydney'de. Bizdekiler öldürülüyor, haber değeri yok...