Zeki Demirkubuz sinemasını niye sevdik biz? Tutkulu, saplantılı, kanlı canlı, yaşayan insanların, yaralı, sakatlanmış ya da öyle doğmuş ruhların hikayelerini anlatıyordu. Kendi en karanlık yanımızı yüzümüze çarpıyordu. Kötülükse kotülük, ihanetse ihanet, şiddetse o da, kıskançlıksa dibine kadar, ama bir duyguyla çarpıştırıyordu bizi illa. “İnsan bu kadar karanlık mı?” diye sorduracak kadar…
Cevabını da bal gibi içimizde bir yerlerde bulduracak kadar...
Şimdi geldik 10’uncu filmine; ‘Bulantı’ya... Filmin tanıtım metinlerinde açıkça yazdığı gibi; sevgilisiyle bir gece geçirmekteyken karısıyla kızı trafik kazasında ölen 50 yaşlarındaki Ahmet’in ‘Bulantı’sı bu. Film ismini biraz tesadüflerle almış ama bence gayet uygun, hem adamın etrafındaki pek çok şeye (Mesela Çağlar Çorumlu’nun oyunuyla filmdeki en sahici karakter haline gelen kardeşine) içini bulandırıyorlarmış gibi davranması, hem de onun o ruhsuzluğuyla insanda yarattığı bulantı hissi açısından.
Fırtınalar kopmuyor ama
Zaten karısını mutlu etmediği anlaşılan Ahmet, bu korkunç kaybı yaşayan kendisi değilmiş gibi devam ediyor. Seminerler vermeyi, derslerine gitmeyi, öğrencileriyle flört etmeyi hiç tadı kaçmadan sürdürüyor. Yani en azından biz öyle görüyoruz. İçinde fırtına koptuğunu söylemek abartılı olur, o kibir dağının tepesine ulaşamaz herhalde kuvvetli rüzgarlar; ama hafif de olsa bir kıpırtı olduğunu da sonunda anlıyoruz. Bu arada o tamamen donmuş duygularıyla sevgilisini de çileden çıkarıyor sonunda ve Öykü Karayel’in oynadığı Aslı’nın çok başarılı tiradı geliyor karşımıza. Tiradı, çünkü karşısında duvar var adeta. Adamı harekete geçiremese de izleyeni bir parça rahatlatan bir konuşma ve filmin de en kanlı canlı sahnelerinden...
Ne yazık ki, aynı şeyi Ercan Kesal’ın doktor olarak çektiği nutuk için söyleyemeyeceğim. Zeki Demirkubuz’un uzun tiradlarla yaşama dair dersler vermeyi sevdiğini biliyoruz, çoğu zaman da severek alıp kabul ediyoruz ama bu kadar “Size önemli bir şey diyorum ey seyirci” tadında olunca değil.
Demirkubuzun en kişisel filmi
Filmde Ahmet’in karısıyla kızını yönetmenin eşi Nurhayat Demirkubuz ve kızı Yazgı oynuyor. Etrafında ise üç parlak oyuncu tarafından canlandırılan üç kadın var. Aslı’nın dışında, Şebnem Hassanisoughi’nin canlandırdığı, adamın karısıyla kızının yasını ciddiyet ve samimiyetle tutan kapıcı, ki bu karakter Ahmet’in sığındığı, olduğu kadar kalbini açtığı tek kişi aynı zamanda… Bir de hocasıyken ona göz koymuş eski öğrencisi Özge (Cemre Ebuzziya).
Çınar Oskay’la röportajında feministler haksız yere ona kızıyor diye bu kez erkeğin ihanetini anlattığını söylemiş ama daha da şeytani bir ihanet sahnesini gene bir kadına yazmayı ihmal etmemiş. Ne diyelim, en azından ne istediği belli kadının, bu da bir şey.
Neticeye gelirsek, eleştirmenlerin yönetmenin en kişisel filmi olduğunda birleştiği ‘Bulantı’nın dünyası sahiden biraz fazla ‘kişisel’ geldi bana. Belki bunda adamın duygu dünyasının kapılarının karşısındaki insanlar gibi seyirciye de kapalı olmasının payı vardır. Belki oyuncu yönetimiyle ünlü Demirkubuz kendisi oynamak yerine başka bir oyuncuya teslim edebilseydi Ahmet’i, farklı olurdu. Böyle olunca ona yeterince eşlik edemiyorsun, ne vicdan azabında, ne yalnızlığında, ne de nihayet gelen yasında... Bir şeyler eksik kalıyor...