Hangi kanalı çevirsek kalpler uçuşmakta... Daimi bir 14 Şubat havası hakim dizilerde.
Aşkın her türlüsü... ‘Kiralık’ olanı ‘yeniden’ yakalananı, ‘acil’ arananı, ‘inadına’ yaşananı... Hani geçen dönem ne kadar çok ‘kara’lara büründüysek (‘Kara Ekmek’, ‘Karadayı’, ‘Kara Para Aşk’, ‘Karagül’, hatta ‘Poyraz ‘Kara’yel’...) şimdi birer aşk pıtırcığına döndük.
Bir insan, bir toplum en çok neden yana yoksulsa onu dolar ya diline, hatta ‘diline vurmuş’ diye güzel bir tabirimiz vardır, o hesap... Sürekli ‘barış’tan söz etmemiz gibi, bir kanaldan da devamlı ‘aşk’ pompalanmakta.
Kendi kendimize üretemiyoruz onu çünkü. Kalbimiz kendiliğinden kan pompalamaz oldu sanki, sürekli bir takviyeye ihtiyaç duyuyor. Bakın etrafınıza, insanlar yalnız. Kendi özgürlük kalelerini kendileri inşa ettiler, şimdi de o duvarların arasında tek başlarına oturup romantik diziler izliyorlar. Şaka değil, normalde yerli dizi izlemeyen bir dolu arkadaşımla bir araya geldiğimizde ‘Kiralık Aşk’taki Ömer’le Defne’nin o haftaki durumunu konuşuyoruz. Öpüşme sahnesinde ağzımız kulaklarımıza varıyor (Sezen Aksu’nun fondaki nefis ‘Aşk’ şarkısının da etkisini yadsımayalım tabii.) ‘İlişki Durumu: Karışık’taki Ayşegül Can’ı çeksin mi Murat’a mı gitsin diye bir konumuz var. Entrika filan da izlemek istemiyoruz, sadece aşk olsun, gerisi teferruat.
Böylesi emniyetli de, kimse ekrandan fırlayıp sizin ‘özgürlük alanınıza’ saldıramaz, neden aramadın, sormadın diye sitem etmez, sizden bir şey beklemez, özetle. Üzemez de haliyle. Gayet steril bir ortamda acısız aşk heyecanı, daha ne ister insan? Ama içinizdeki boşluğu da ancak elinizdeki Nutella kavanozu kadar doldurabilir işte...