Gençliğini ‘90’larda yaşamışlar için kült bir radyo programından fazlası, bir yaşam biçimiydi, ‘Kaybedenler Kulübü’. Hele hele Kadıköy çocuğuysan... Ya da Beyoğlu’ndan katılıyorsan programa.
Programın ‘standarttan ayrılmayan’ yapımcıları Kaan Çaydamlı ve Mete Avunduk’un hayatlarını anlatan filmi de bağrımıza basmıştık dolayısıyla, 2010 yılında. Aradan sekiz yıl geçti, Kaan ile Mete bir kez daha beyaz perdede. Bu kez yönetmen koltuğunda, Kaan ve Mete’yle birlikte ‘Kaybedenler’ sacayağını tamamlayan Mehmet Ada Öztekin var. Dolayısıyla karakterlere de daha ‘içeriden’ yaklaşıyoruz.
Nejat İşler ve Yiğit Özşener’e bir eldiven gibi oturan kahramanlarımız, bu kez yollara düşmüş durumdalar. Olimpos’tan yola çıkıyoruz biz de onlarla birlikte, motorlara atlayıp ve Allah nereye dediyse oraya doğru gidiyoruz. Onlar “Çok yalnızız” deseler de, tabii ki hayatlarının olmazsa olmazı güzel kadınlar eşliğinde.
Kaan’ın gönlünü kaptırışına tanık oluyoruz, Hande Doğandemir’in canlandırdığı Sevda’ya. Mete’nin ise hayatında bir türlü sevgilisi olduğunu kabul edemediği Gaye (Merve Çağıran) var. Aslında kendisine çok iyi gelen bu kadını hırpalamaktan, bıraksa güzel bir ilişki olabilecek bu ‘ilinti’yi itelemekten hiç vazgeçmiyor. Tam bir ‘kaybeden’ gibi... Kaan da aşık olmanın bedelini ödüyor, film boyunca anlattığı dedesinin hikayesinden çıkıyor ana fikir: “Ancak en masum olduğu anda vurabilirsiniz bir erkeği.”
Dostluğa derinden bakan bir film
Açık söyleyeyim, fragmanını izlediğimde “Eyvah gene bir aforizmalar silsilesi geliyor” demiştim, çünkü bir yandan da doyduk o ‘90’larda pek cazip olan erkeklik hallerine, ama tam öyle çıkmadı. Nejat İşler ve Yiğit Özşener’in de ‘Milliyet Sanat’ dergisi için yaptığımız söyleşide belirttikleri gibi, iki karakterin iç dünyasına, birbirleriyle olan dostluklarına daha derinden bakan bir yapım olmuş, ‘Kaybedenler Kulübü Yolda’. Aradan geçen sekiz yıl ikisinin de oyunculuklarına sinmiş üstelik. Daha olgun bir Kaan ve Mete izliyoruz.
Bu arada filmin en eğlenceli sahnelerinin Altıkırkbeş Yayınları’nda, hâlâ pizzaya mayonez sürüp yiyen ve gelen birbirinden ünlü yazarların kitap dosyalarını yok eden Rıza Kocaoğlu ile çileden çıkardığı Sarp Akkaya arasında yaşandığını söylemem lazım. O karakterlerden dizi çıksa izleriz.
Filmin genel söylemine gelince; röportajda dediğim gibi biraz fazla ‘erkek bakış açılı’ buluyorum bu dünyayı. Sürprizini bozmamak için detayına giremeyeceğim, kadın karakteri hele. Ama İşler “Kaybedenler Kulübü gayet feminist bir film” diye yanıtlamıştı bunu; “Yaşadığın coğrafyada kadınlara tecavüz ediliyor, zorla evlendiriliyor, çocuklara kadar indi hikaye. Burada kadınlar istediği erkeklerle beraber oluyor, kimse tabanca dayamıyor kafalarına. Daha kıyak ne olabilir dünyada, hele böyle bir coğrafyada?”
Böyle bakınca ‘kıyak’ evet, ama bence hâlâ ‘erkek bakış açısıyla’ kıyak. Ancak bu ‘Kaybedenler Kulübü Yolda’nın keyifle izlenen bir film olmasını engellemiyor. ‘90’ların kahramanlarıyla yolculuk hâlâ heyecanlı.
Son bir not: ‘Kaybedenler Kulübü’ne bildiğimiz anlamda gala yapılmadı, filmin ruhuna uygun şekilde Rexx’te ‘özel gösterim’ gerçekleşti. Oyuncular da siyah kotları, deri ceketleriyle, kimisi yayınevinin adını taşıyan 6:45 logolu tişörtleriyle geldi. Herhalde kılık kıyafet ve alkol dedektifliğine soyunulacak son yer. Sarhoş olup, gazetecilere küfür mü ettiler? Kameraların üzerine mi yürüdüler? Neden illa herkesi aynı ütülü, kolalı ve ‘standart’ imajlara hapsetmek zorundayız?