Neyi kutluyorduk ki biz kısa süre önce? Türkiye’de sinemanın 100. yılını... Durup durup yasaklarla, sansürlerle darbe almış 100 yıllık bir macerayı...
Merak ettiğim bir belgesel vardı bu yıl İstanbul Film Festivali’nde, Deniz Yeşil imzalı; ‘Yollara Düştük’... 1977 yılında, oyuncusundan set işçisine 400’den fazla sinema emekçisinin yeni sansür tüzüğü ve sosyal haklar nedeniyle Ankara’ya yaptığı üç günlük yürüyüşü anlatıyordu. Yeşilçam tarihinin en görkemli yürüyüşü...
Tarık Akan, Fikret Hakan, Müjdat Gezen, Cüneyt Arkın, Fatma Girik, Hale Soygazi, Türkan Şoray ve Kadir İnanır var fotoğraflarda... Sansürü protesto ediyorlar hep birlikte.
‘Haziran Yangını’nı izleyemedik
Biz bu filmi izleyemedik bu festivalde. Ethem Sarısülük’ün ailesinin hukuk mücadelesini anlatan ‘Haziran Yangını’nı da izleyemedik. “Trans’lara karşı günlük nefret ve şiddetle nasıl baş edilir?” sorusunun peşine düşen ‘Trans* But’ı da... Kentsel dönşümün sonucu komşu olan bir rezidansla gecekondu yaşamını anlatan ‘Komşu Komşu! Huuu!’yu da...
Daha birçok tanımadığımız, yabancısı olduğumuz, ‘kendimizden’ saymadığımız ama hepsi bu topraklarda yaşanan hikayeyle tanışma fırsatını kaçırdık.
Ertuğrul Mavioğlu ile Çayan Demirel’in PKK’lıların hayatını yansıtan, gerilla kamplarında çekilmiş belgeseli ‘Bakur / Kuzey’in gösteriminin yapılamamasıydı neden. Kültür Bakanlığı son dakikada ‘eksik tescil belgesi’ni hatırlatma gereği duymuştu. Ama birkaç gündür kimi gazetelerin yaptığı ‘Festival’de terör filmi’ yayınından da açıkça anlaşıldığı üzere, sorun belge değil, filmin kendisiydi. Üstelik görmedikleri filmin ‘terör filmi’ olduğundan son derece emindiler.
Festival ve sansür birlikte anılmasın
Gelinen noktada; sansürlerle dolu şanlı sinema tarihimiz için bile bir ilk yaşanmakta. ‘Bakur’un gösterimi engellenince diğer sinemacılar da filmlerini çekti, festivalin yarışmaları ve kapanış töreni iptal edildi.
Nadir rastlanır bir dayanışma durumu. Dileyelim kalıcı sonuçları olsun. Tuhaf bir şekilde döndürülüp dolaştırılıp hedefe konulmaya çalışılan, halbuki ilk günden beri dirayetle sinemanın ve sinemacının yanındaki duruşunu koruyan İstanbul Kültür Sanat Vakfı bu kampanyadan zarar görmesin.
Artık festival ve sansür kelimeleri yan yana anılmasın bu ülkede.
Bir de filmlerden, kitaplardan, oyunlardan korkulmasın... Tanımamaktan, bilmemekten, anlamamaktan korkulsun...
Gerçekten kutlayacak bir şeyler kalsın, 100 yıl sonraya...
Eleştirinin karşılığı bu mu?
Neredeyse her yaptığı işi heyecanla karşıladığım Erdal Beşikçioğlu’nun Radikal gazetesi yazarı Bahar Çuhadar’ı Cihangir’de yemek çıkışı muhabirlere şikayet etmesi üzdü beni.
Emrah Akçaay’ın haberiydi; ‘Woyzeck Masalı’ müzikaliyle ilgili yazısı nedeniyle kızmış Beşikçioğlu Bahar Çuhadar’a. “Kalemi eline alan eleştirmen oluyor” demiş; “Sen anlamamış olabilirsin. O senin eksikliğin olabilir. Oturup okuman, sonra değerlendirmen yazım.”
Evet, olumsuz eleştiriye kimse bayılmıyor. Eğer işini doğru düzgün yapmaya çalışıyorsan bazen insanların hoşlanmayacağı şeyler yazabiliyorsun, yazmalısın da. Bahar Çuhadar da oyun hakkında nesini beğenmediğini kalem kalem açıkladığı bir yazı yazmış. Gayet kibar, usturuplu bir yazı. Haklı bulmayabilirsin tabii ama karşılığı bir yemek çıkışı onu hem de böyle sert bir dille şikayet etmek mi olmalı?
Bu bir meslektaş dayanışması yazısı değil. Sadece yıllardır tiyatro üzerine yazılar yazan, üstelik işini de son derece özenle yapan bir gazetecinin böyle yerden yere vurulmasına itirazım var. Hele yapan Erdal Beşikçioğlu olunca...