'Shop&Miles Sailing Cup’ın ikinci etabı olan Turgutreis’deyiz. En önde gidiyoruz. Etap tamamlanmak üzere, her şey yolunda. Derken denizin ortasında bir adam...
DENİZDEN: SİVAS TROPEZ’DEN ST. TROPEZ’YE
Denizin ortasında 8-10 adam... Hepsi ayrı telden, ayrı kültürden. Ortak paydaları deniz, rüzgar, yelken. Ekip bir araya geleli henüz bir yıl olmasına rağmen 40 yıllık yol arkadaşı gibiler. Birbirinin sözlerini tamamlamalar, ‘leb’ demeden leblebiler, bir bakışla bin laf anlatmalar... Kusursuz uyumun başrolünde rüzgar var. Shop&Miles Sailing Cup’ın Göcek etabında birinci gelerek 'Les Voiles de Saint Tropez' yarışlarına katılacak ikinci Türk takımı Bay Farr Lemon’un teknesindeyim. Denizde hikaye bol. Tatlı tatlı anlatıyorlar: “Shop&Miles Sailing Cup’ın ikinci etabı olan Turgutreis’deyiz. Önde gidiyoruz. Etap tamamlanmak üzere, her şey yolunda. Derken denizin ortasında bir adam... Kanosu devrilmiş, kaşı gözü patlamış, yara bere içinde... Kanosuna tutunmuş, öylece duruyor."Yüzme biliyor musun?" "Hayır", "Yardıma ihtiyacın var mı?" "Evet." Adamın yanıtı üzerine sanki daha önceden anlaşmışçasına, aramızda tek bir diyalog geçmeden, yarışmadan diskalifiye olmak pahasına adamı kurtarmak için motoru çalıştırdık. Kurtardık adamı. Sivaslı çıktı. "Seni kurtaracağız diye yarıştan elendik, St. Tropez’den olduk." "Eee Sivas’a gelin o zaman."
Turgutreis etabında St. Tropez’yi değil Sivas Tropez’yi kazanmış olduk. St. Tropez, Göcek’e kısmetmiş.”
İSTANBUL'DAN: KULÜP ÇIKIŞI EVE DEĞİL KASIMPAŞA’YA
Geç keşfettiğim, midesine düşkün, yeme-içmeye meraklı İstanbulluları hazdan kendinden geçirecek bir yerden bahsedeceğim. Yeni açılacak pahalı bir restoran filan değil. Kokusuna, tadına vurulacağınız bir ‘güzellikten’ ibaret burası. Malum, İstanbul’da güzel bir şeyin sizi nereden vuracağı belli olmuyor. Cumartesi sabaha karşı, siz güzelliği Tepebaşı semalarında, nefis Balat manzarasına karşı, havalı bir kulüpte ararken gitmeniz gereken yer belki de birkaç metre uzağınızdaki Kasımpaşa’nın ücra bir sokağı. Toprağı üzerinde taze patatesler, yoğurt kabına doldurulmuş böğürtlenler, taptaze mantarlar, iri iri elmalar... Yer, Kastamonu Pazarı. "Changa’cılar, Mikla’cılar sabahın köründe damlar, mahsülün tazesini bitirir" dendi. Sabahın 6’sında oradaydım, Changa’cıya rastlamadım.
Yeri gayet pratik: Radikal’den Elif Türkölmez de yazmış zamanında: “Mahsul taze, tezgahlar samimi, adres çok kolay: E-5 Karayolu’ndan, Okmeydanı sapağında ayrılıp Piyale Paşa Bulvarı’na girin. Perpa’nın önünden Dolapdere/Taksim istikametinde ilerleyip BP benzin istasyonunun sağındaki yola sapın. Burnunuza çalınan dorak otu kokusu ve gözünüze takılan tentelerden pazara vardığınızı anlayacaksınız.” Yeme-içme mevzusuna zaafı olan bir Türk genci olarak diyeceğim şudur: Kasımpaşa’da pazar günleri kurulan Kastamonu Pazarı organik, taptaze, mis kokulu bir cennet. Bir cumartesi gecesi kulüp faslı uzadıysa sabah karşı istikamet belli: Kasımpaşa!
ALANYA'DAN: HANDE ABLA
Hande Yener’in konserinde kendisine "Abla" diye seslenen dinleyicisine verdiği tepki pek enteresan: “Bana lütfen abla diye seslenmesek... Bu kadar çalışmaya hâlâ abla diyor yahu. Benim oğlum bile bana anne demiyor.” Çok çalışmakla ablalık sıfatını reddetmek arasında nasıl bir bağlantı olabilir? Anneye ismiyle hitap etmek, ‘abla’ denmesini hor görmek ne kadar modern, ne kadar da batılı bir davranış öyle değil mi? Oysa toplumumuzda abi-abla diye hitap etmek varoşluk/kıroluk değil yakın hissetme belirtisidir, sıcaklık göstergesidir. Sırf abi, abla da değil: Yenge, dayı, birader... Yaşça küçük dinleyicilerin hayran oldukları isme abi/abla demesi bizde gayet olağan; Hande Yener gibi Batılı görünmeye takık isimler için gayet utanılacak/ayıplanacak bir durum. Ablalık Hande Yener’e pek yakışır mı, tartışılır. Bizde ne ablalar var oysa ki: Fahriye Abla, Bülent Abla... Hande Yener’in durumu, belki de Nil’in eski bir şarkısında söylediği gibi: Madonna olacakmış/ Gülmeyin, belki yarası var...
GÖCEK'TEN: KEBAB HOSPITAL
Hastane mi yoksa kebapçı mı? Şifa mı dağıtır yoksa ‘hastanelik’ mi eder? Levhanın tepesine maskot niyetine bir de tahtadan koyun kondurmular, mekanın sırrını çöz çözebilirsen. Orijinal isim tam geyik konusu. Meğer, Göcek’in en meşhur kebapçılarındanmış, etleri nefismiş. Aklınızda bulunsun.
HAVADAN SUDAN: İNTERNET KILAVUZU, KULİS İSTEKLERİ
* GQ dergisinin İngiliz edisyonunda, ‘İnternetin 100 yeni kuralı’ başlıklı nefis bir rehber mevcut. Kurallardan birkaç seçmece:
‘isim@isim.com’ mail adreslerini kullanmayın, megalomanlık belirtisi.
* Asla ilk buluşmada grupanya gibi indirim satan sitelerden aldığınız fırsatları kullanmayın.
* Sarhoş tweet’lemeyin.
* Biri sırf sizi Twitter’da takip ediyor diye Facebook’ta bulup arkadaşlık talebi yollamak caiz değil. Yapmayın, etmeyin...
GQ’nun listesine birkaç ekleme de benden: 1) Facebook’ta grup açmak ve tüm arkadaş listenizi sormadan/izin almadan otomotikman gruba eklemek. Bir bakmışsınız filanca gruba üyesiniz, mesaj üstüne mesaj yağıyor. 2) Facebook’tan bir etkinliğe davet etmenin de inceliği var. Etinlik daveti yolla, üstüne özel mesaj at, yetmedi bir de duvarıma etkinliğin bilgilerini yapıştır, kaç. Daha neler...
* Bir geç keşif: The Little Red Riders Book. İngiliz yazar Steve Lamacq, bu küçük kırmızı kitapta dünyaca ünlü müzisyenlerin tuhaf ve gerçek kulis taleplerini derlemiş.
Keith Richards: Gitar kayışı, tavuk sandviç, diet kola, sigara, Norah Jones.
Korn: Avukat, doktor, diş hekimi.
Marilyn Manson: Haribo, Doritos, Absinthe, dişsiz ve kel fahişe.
James Brown: Saç kurutma makinesi, 21 yaş altı iki sarışın kız.
H.I.M. : İncil
Macy Gray: Şempanze