İnsanlar iki saat sonrasını bile kestirememeye başlayınca günler, haftalar sonrasına alınan/verilen rezervasyonların geride kalması sistemin kattık-larını sorgular oldu. Mekan sahipleri “Rezervasyon almıyo-ruz kardeşim” lafını söylemeden önce artık iki kez düşünmeli
‘Fantastic Man’ dergisinin Mr. David Beckham kapaklı ilkbahar/yaz 2011 sayısı, dergi fetişi olanlar için tahrik edici/ağız sulandırıcı bir obje. Temiz tasarım, cin fikir, ince detay ve ‘fantastik’ üslup. Derginin başlangıç bölümündeki münazara köşesinden yükselen soru şu: “Bir restoranın rezervasyon almaması doğru bir şey mi?” “Evet”çilerin başında Londra’nın rezervasyon gerektirmeyen iki popüler restoranı Polpo ve Polpetto’nun başındaki isim Russell Norman var. Norman, Londra restoranlarındaki rezervasyon adabının 10 yılın gerisinde kaldığını ve ‘hotel dining’ sıkıcılığında olduğunu belirtip, hayatın rezervasyonlara bağlı kalacak kadar sıkıcı olmadığını söylüyor. “Hayır” diyenlerin başındaysa Paris çıkışlı meşhur restoran, Marie Antoinette’in sahibi James ve John Whelan Kardeşler var. Gerekçeleri şöyle: “Her restoran açılırken zihinde mekan için ‘ideal müşteri’ çizilir ve bu müşteri profilini tutturmanın tek yolu rezervasyon sisteminden, dilediğiniz kişiyi dilediğiniz zaman ağırlama lüksünden geçer.”
Gecenin ani gelişeni makbuldür
Bizde “Rezervasyonsuz almıyoruz” lafına genelde verilen cevap aynı: “Hedi len oradan!” Malum toplum olarak önceden planlı yaşam biçimine/sadık randevulara programlanmış değiliz. Ben de her Türk genci gibi, “Hallederiz” gevşekliğiyle, “Nasıl olsa bir masa bulunur” rahatlığıyla elimi kolumu sallayarak akşam yemeğine gidiyorum. Kapıdan döndüğüm olmuştur. Tabii ki. Pişman mıyım? Asla. Sonuçta bir şekilde masa bulunuyor. Dışarı çıkmakta amaç biraz eğlenmek, biraz keyif çatmak ve asıl rahatlamaksa üzerinizde kurduğu otoriteden büyük haz alan tanımadığınız bir sesin “Cumartesi değil, Cuma; 21.30 değil; 20.00 seansımız boş” demesi, üzerine rezervasyona günler kala “Geliyorsunuz değil mi?”; saatler kala “Geç kalmıyorsunuz değil mi?” tadında gergin telefon konuşmaları gecenizi kabusa dönüştürebilir. Kendinizi o restorana ait hissediyorsanız en bağıra çağıra “Rezervasyonsuz almıyoruz” diyen restoranda bile er ya da geç masa bulmak mümkün. Barda 1-2 kadeh içki eşliğinde masa beklemenin de eğlenceli geçen bir gecenin parçası olduğunu düşünürseniz geriye bir pürüz kalmıyor. Gecenin spontan olanı makbuldür. Haftalar öncesinden nereye kaçta gideceğiniz programlanmışsa, gece çıkmak ve yemeğe gitmek durumu ‘iş’ten başka bir şey olmaz. Son söz: Rezervasyona hayır!
YEME-iÇMEDE KEŞiF ROTALARI:
Pizzetta’da pizza:
Bir keşif de Anadolu Yakası’ndan. Göztepe’de açılan yeni pizzacı Pizzetta’nın ince hamurlu pizzalarının tadına bakılmalı. Tüm pizza ve makarnaları özel Pizzetta hamurundan günlük olarak üretiliyormuş.
Rook’ta kokteyl:
Patlıcanlı ‘Patrooke’ ve salatalıklı ‘Kyuuri’ kokteylleri, şu sıralar şehirde tadabileceğiniz en özgün iki tat.
The PrIme’da çorba:
Nişantaşı Park Hyatt’ın restoranı The Prime’ın dışarıdan soğuk/ulaşılmaz görünümüne aldanmayın. Bir cesaret kapısından içeri girin. Mönüsü değişmiş, kasvetli havası bir nebze de olsa dağılmış. Gurme işi uzun öğle yemekleri için ideal. Balkabağı ve ıstakoz çorbası, hazır havalar hala sevimsizken, mutlaka denenmeli.