‘Kimse üzerine alınmasın’ notuyla ülkemizde muhtelif sebeplerle gerçekleşen ödül törenlerine dair kişisel bir tespit ve ‘Nasıl ödül törenlerimiz daha eğlenceli hal getirilir?’e dair birkaç öneri:
* Gecenin espri dozu sunucuların ‘keskin ve anlaşılmayan’ mizah anlayışından ibaret olmadığında...
* Sunucuların, ödül verenlerin eline profesyonel bir yazar ekibinden çıkma konuşma metni tutturulduğunda...
* “Ödülünü vermek üzere” anonsuyla sahneye çağrılan isimler sponsor firmanın patronu, ev sahibinin kayınçosu gibi ince ve naif ilişkiler yumağından sıyrıldığında...
* Ödül takdim etmek için sahneye çıkan isimler kendisinin ya da markasının propogandasını yapmadığında...
* Ödülü alan/veren/atan/tutan isimlerin ‘körlerle sağırlar’ takımıyla sınırlı kalmayıp, her telden ve cinsten ve renkten insanlarla çeşitlendirildiğinde...
* Düzenleyenler gecenin amacının eğlenmek ve eğlendirmek olduğunu, çok da ciddiye alınmaması gerektiğini kavradığında...
* Törenin ucundan tutmuş her şahsın rahat olmanın, gevşekliğin, kendini tiye almanın önemini fark ettiğinde...
Bizim de eğlenceli ödül törenlerimiz olabilir. Zor değil, mümkün. Fakat, asıl soru(n) galiba şu: Ödül törenlerin asıl amacı (ne?). Niyetiniz, yakın durduğunuz ya da durmak istediğiniz- ünlüleri ve markaları pohpohlamaksa itiraz yok. Aynen devam. Bravo.
STACEY KENT KONSERİNDEN: MELANKOLİDEN MUTLULUK ÇIKARMAK
* Stacey Kent’in albümü ‘ilaç dolabında’ saklananlardan, konseriyse terapi niyetine beklenenlerden. IKSV SALON’da iki gece peş peşe verdiği konserin ‘bahanesi’ Kent’in iki hafta önce çıkarmış olduğu konser albümü ‘Dreamer in Concert’ın canlı canlı bir tekrarı gibi.
* Kent’in üzerinde tiril tiril bir elbise; sanırsınız yalın ayak üzüm bağları arasından geçerek sahneye çıkmış. Sesine sinmiş şarap yıllanmışlığı, öyle bayıltan değil ayıltan cinsten.
* Konsere ‘Breakfast On The Morning Tram’le başlaması taze kahve kokusuyla bir pazar sabahına uyanmak gibi bir his.
* Muhtelif makamlardan dinlemeye alışkın olduğumuz, ‘They Can’t Take That Away From Me’yi sözlerin canını acıtmadan, o kadar sakin ve kibar söylüyor ki kırk yıllık parçayı yeniden keşfeder gibi dinliyorsunuz. Cover denen şeyin amacı bu değil midir zaten?
* “Sıradaki parça...” sözüyle başlayan, parça öncesi girizgah konuşmaların anahtar kelimeleri neredeyse aynı: Melankolik, şiirsel, hüzünlü gibi kavramlar üzerinden takdim ediyor parçalarını. Kent’in marifetiyse hüzünlü hikayeleri, damardan ince sözleri yüzünde tebessüm, etrafında pembe bulutlar üzerinde söyleyerek, melankoliden tuhaf bir mutluluk çıkarabilmesi.
* Bu ziyaretinde ‘üzüm’ kelimesini keşfetmiş, lirikliğine vurulmuş. Ağzından düşürmüyor üzüm lafını. “Sizi mutlu eden bazı kelimeler vardır. Üzüm gibi!” Telaffuz ederken mutlu oluyor.
* Salon’u dolduran kalabalık halinden memnun: Bara istiflenmiş ‘kız grubu’, barmenden peş peşe istediği cin toniklerle dalmış hayallere; masalardaki orta yaşlı çift el ele tutuşmuş bir kadeh kırmızı şarapla tatlandırıyor Kent’in sesini.
* Konseri başladığı gibi bitiren Kent, dinlendiriyor, rahatlatıyor ama asla uyutmuyor. Uykudan önceki son aşamada, hafif uyuşturulmuş gibi, asılı kalıyorsunuz mutlu mutlu. Hafif ve dingin, huzurlu ve sakin.