Bir sene boyunca ‘Parti Ajanı’ girmedik parti, konuşmadık mevzu bırakmadı. Her yazı sonrası yapılan telefon konuşmaları “Karikatürize bir fotoğraf ve takma adla yazmak kolay tabii!” cümlesiyle bitti. Madem öyle işte fotoğraf, işte imza
Sene 2009; aylardan kasım. CADDE yeni fırından çıkmış, konular editörü Ceren Şehirlioğlu ile şehrin havalı partilerden birinde gazeteyi ıslatıyoruz. Birlikte yaptığımız haberler, dergiler yadedilmiş; iş dedikoduları dönmüş, sırada uzaktan gelen derin yırtmacın hikayesi var. Film şeridi misali anlatmaya başlıyorum. Derin yırtmaçla ilk nerede, nasıl tanıştığımı; basmalı elbiselerinden nasıl da bir gecede derin yırtmaca terfi ettiğini...
Derken o bitiyor, sıra yan masada dönen üçlü aşkın deşifresine geliyor.
Partileri, sokakları, kulüpleri, gizli kapılar ardındaki odaları, ağır makyaj altındaki sosyal kelebekleri bir bir en şeffaf haliyle anlatırken Ceren’in gözleri büyüyor. Gittikçe büyüyen, gittikçe parlayan iki göz karşısında ürkmemek elde değil. Neyse ki heyecanına hakim olup, anlattığım izlem ve gözlemleri özümseyip birkaç dakika gecikmeli olarak tepki veriyor: “Bunları yazmalısın!!! Yaz, yaz, yaz...”
O gece yaşananları kapsayan ilk yazı, gecenin en kör saatinde, birkaç kadeh içki eşliğinde yazıldı. O zamanlar aksırmak, tıksırmak filan da yoktu. Orta olarak yazı benden, şut niyetine köşenin ismiyle fotoğrafı Çınar Oskay’dan geldi ve bir ‘Parti Ajanı’ yarattık. Bir sene boyunca ‘Parti Ajanı’ girmedik parti, incelemedik fotoğraf, konuşmadık mevzu bırakmadı. Leoparlı kadını, iflah olmaz playboy’u, yılın en cool parti adamını tanıştırdı sizlere. “Ne gördüysek o” diyerek lafı sakınmadan, eğmeden, bükmeden çaktı köşeye. Her yazı sonrası gazetenin telefonları daha sık çalar oldu. Kimliği deşifre etmeyerek, gazeteye gelen tepki / eleştiri / itiraz telefonlarını nazikçe kabul etme uğruna CADDE’nin editörleri sene boyun-ca fazla mesai yaptı. Her telefon konuşması kibirli bir “Karikatürize bir fotoğraf ve takma adla yazmak kolay tabii!” cümlesiyle bitti. Buyrun işte fotoğraf, işte imza... Yazının altına atılan imza ve köşenin fotoğrafı dışında değişen bir şey yok. Göz aynı göz, dil aynı dil... Parti ajanı öldü, yaşasın yeni ajan!
10 PARMAĞINDA 10 KİMLİK
‘Parti Ajanı’nı deşifre süreci ‘kimlik’ meselesi üzerine uzun uzun kafa patlatmama vesile oldu. Alt ya da üst, öz ya da sahte kimlikler... Şehirde cebinde birden çok kartvizit taşıyan, ‘çoklu kimlik’ hayatı yaşayan insanların sayısında ciddi bir artış var. “10 parmağında 10 kimlik” artık marifet değil. Aksine insanı kendine yabancılaştıran, dışarıdan ‘kendine Gülben Ergen’i örnek almış, birey olmaktan çıkmış projeye dönüşmüş imajı çizen bir durum. Gündüz Vassaf’ın son kitabındaki “Kimliğimi kaybettim hükümsüzdür” yazısını herkesin kapısına yapıştırıp kaçasım var. Vassaf şöyle diyor, “Kimliğimizdir, ‘Sen benim kim olduğumu biliyor musun’ dedirten” ve ekliyor: “Özgürlük, aitliklerimizden kimlikleşmelerimizde.”
Karşımızdakinin Ali ya da Ayşe, reklamcı ya da broker olduğunu bilmeden / sormadan, “Kimsin, kimlerdensin?” diye sorgulamadan sosyalleşmek, eğlenmek, sevişmek gibisi var mı? Özgürlüğün somut hali önce kimliklerden sıyrılmaktan geçiyor. Naçizane bir ajan tavsiyesi: Gece çıkarken, kartvizitinizi evde bırakın. Anonim olmanın keyfini çıkarın. Daha önce hiç biriyle tanışmamış, konuşmamış hatta sevişmemiş gibi hissedeceksiniz.