Bugün karşılaştırmalı edebiyat günü. Havada THY ile Pegasus; karada Otto ekibiyle kadın taksi şoförü; gecelerde ise ‘genç patronlar’ Emre Çapa’yla Rüzgar Çetin yan yana, karşı karşıya
Karşılaştırmalı ‘çiçeği burnunda’ işletmecilik : Çapa Jr. vs Çetin Jr.
Taşıdıkları soyadlarıyla gece hayatında kendi jenerasyonlarının en popüler isimleri haline gelmiş Emre Çapa ve Rüzgar Çetin, peşi sıra açtıkları mekanlar, Minyon ve Rook’la, başarılarını ispatlama derdinde. Rook resmi açılış partisini geçen cuma yapınca, sıcağı sıcağına iki taze genç patronu ve mekanlarını mercek altına almak farz oldu.
Lokasyon: Çapa’nın Minyon’u W İstanbul’un alt katında, Akaretlerin kalbinde. Rook ise Şişhane’de Big Chefs-IKSV Salon arasında. Minyon şehre daha hakim; Rook ise iki arada, bir derede. Minyon: 5/5, Rook: 4/5
Yeme-içme: Minyon’un mönüsü ufak dokunuşlarla klasik tatlara yeni bir hava vermiş, farklılık vaat ediyor. Rook ise klişelere boğulmuş, klasik bir bistro-cafe-barda olması gerekenleri harfi harfine içeren bir mönüye sahip. Minyon: 4/5, Rook: 2/5
Parti sahnesi: Rook açılalı birkaç hafta olmasına rağmen iki sağlam parti verdi (Biri Melisa Çakarlar’ın doğum günü, diğeri Galata modacıları). Patron Çetin’ken söz konusu parti olduğunda mekanın sırtı yere gelmez. Esas soru parti günleri dışında nasıl dolacak? Minyon ise her hafta başka bir genç ismin ev sahipliğinde verdiği partilerle ses getirdi. Minyon: 4/5, Rook: 4/5
‘Soyadı’ kanunu: Çapa, ‘ağzı var dil yok’ duruşu ve büyüklerine saygılı hali sayesinde soyadını bir dezavantaja dönüştürmüyor. Sicili kabarık Çetin ise açtığı ilk gün babaya çektiği paparayla dikkat çekmişti. Minyon: 4/5, Rook: 3/5
Patronluk müessesi: Çapa Jr. son derece profesyonel, müşterilerle bizzat ilgileniyor, şef önlüğünü bir an olsun üzerinden çıkarmıyor. Çetin Jr. ise henüz mekan açmanın keyfinde, oturduğu yerden iş hallediyor. Minyon: 4/5, Rook: 3/5
Sonuç: İki mekan arası dört ay ve onlarca kilometre var. İki patronun da geçmişi ve birikimi farklı olsa da şimdilik ibre Minyon ile Emre Çapa’dan yana. Minyon 21 /25, Rook: 16/25
Karşılaştırmalı seyahat: THY vs Pegasus pilot konuşmaları
Kamyon arkalarına özenle iliştirilmiş ‘Tek rakibim THY’ sloganıyla büyümüş bir jenerasyonun ferdi olarak THY pilotlarının yataktan konuşur-muşcasına genizden çıkardıkları sesi belleğe ‘normal pilot tonu’ olarak kaydetmişim. Net, akıcı, anlaşılır pilot konuşmaları karşısında tepkim değişmez: “Bu pilot yeni herhalde. Racondan/tondan haberi yok.”
Pegasus’un Londra seferinde, kokpitten yükselen sesin tonuna tam itiraz edecektim ki pilotun kurduğu cümleler karşısında hiç hissetmediğim ‘pilot şefkatini’ hissetmeye başladım! Konuşmasına “Sağ tarafa baktığınızda Bükreş’i görebilirsiniz.” gibi bir lafla girince bir anda kendimi ailesiyle otomobil yolcuğuluna çıkmış, meraklı gözlerini cama yapıştırmış arka koltuktaki çocuk gibi hissettim. Pegasus pilotu hangi şehirlerin üzerinden geçeceğimizi tek tek sayıyor, kabin sıcaklığı hakkında bilgi veriyor, Bulgaristan üzerinde hissedilmesi ihtimal hafif bir ‘sallantı’ konusunda uyarıyor. O cool/seksi olmaya çalışırken ne dediği anlaşılmayan pilot tonundan uzak, gayet sıcak, ‘bizden’ ve babacan bir tavırla konuşmasını yapıp mikrofonunu kapatıyor.
“Pegasus’la Londra” öncesi ‘Lazım olur’ notları:
*Pegasus’un Londra seferleri Heathrow değil, Stansted’e iniyor. ‘Sabiha Gökçen’ kılıklı Stansted’te kuyruk yok, gereksiz bekleme yok. Girişi çıkışı, güvenlik kontrolü gayet kolay ve hızlı.
* Uçuşta business class ya da confort class gibi bölümler yok. Koltuklar arası dar mesafeden şika-yetçiyseniz, 15 euro farkla check-in sırasında en ön ya da kanat kısmından koltuk kapın.
Karşılaştırmalı ‘uzun İnce bir yol’ hikayeler: OttomobIl vs 34 TEV 15
Bir gece ve tekerlek üzerinde dönen iki farklı hikaye. İlk hikayenin kahramanı Otto ekibi. Otto, HSBC sponsorluğunda, sınırları aşmış; ottomobiliyle tıngır mıngır gezmişler Güney Amerika sahilleri boyunca. Dönüşlerinin şerefine Otto’da verilen partide bize de yan yana çektirilen fotoğrafları hayran hayran izlemek düşüyor. Diğer hikaye Otto çıkışı binilen taksiden. Hikayenin başkahramanı kimilerine göre tanıdık: Türkiye genelindeki 20 kadın taksi şoföründen biri. Pilavın altını kısmış, çocukların üzerini örtmüş mesaiye çıkmış bir havası var. Henüz 40’larında, iki çocuk annesi evli barklı bir kadının taksi şoförü olarak İstanbul sokaklarında başına gelebileceklerini düşünüyorum. Bazen yolcular otoriter olduğunu söylüyormuş. “Çünkü burası benim iş yerim” diyor. “Makyajımı da yaptım. Küpemi de taktım. Kısa kollu tişörtümü de giydim.” Rahatsız olan arabasına binmeyen erkekler olduğunu söylüyor. Şaşırmıyorum. Asıl tepki koyanın hemcins müşterileri olduğunu söyleyince derin düşüncelere dalıyorum. “Kadının kadına ettiği...” sendromu sosyetede de aynı, farıyla ‘bir umut’ gecenin karanlığını aydınlatan taksilerde de.