Hakikaten şahane bir isim konmuş Orhan Gencebay’ın tribute albümüne. Zira, bir ömür bitmeyecek polemiği de yazılıp çizilmesi de döne dolaşa dinlenilmesi de. Polemik çorbasına tuzumu katıp, sıramı salıyorum...
* Magazin muhabirlerinin “Albümde siz neden yer almadınız?” “Eee çağırılmadım ki yavrucuğum” diyaloğunu yaşayacağı o kadar çok isim var ki... Geçen hafta Bülent Ersoy sırasını çaldı. Sıra Ferdi Tayfur’da, İbrahim Tatlıses’de, Kibariye’de...
* Belli ki arabesk, pop, caz, alaturka ve hatta rock ve hatta halk müziği türleri arasında bir denge tutturulmak istenmiş, her türden farklı isimler serpiştirilmiş. Yine de bu Grup Seksendört’le Kutsi’nin nasıl böyle heybetli bir albümde buluşabildiğini izahat konusunda yetersiz kaçıyor.
* Bir de şarkıyı kendi hamuruyla yoğurma telaşı var ki mayayı tutturamayıp işin mutfağından eline yüzüne bulaştırmış bir halde çıkan çok. Bakınız Hande Yener, dinleyeniz ‘Kaderimin Oyunu.’
* Tüm o “Albümün A1 kısmında ben yer alacağım” itiş kakışlarını albümde ara ara hissediyorsunuz. En çok da koro eşliğinde söylenen ‘Batsın Bu Dünya’ şarkısında. Her ses bir gergin, her söz bir bezgin.
* Tüm bu polemikler, dedikodular biraz da ‘tribute’ kültürünün hamurunda var. Büyük büyük sesler beraberinde iri iri egoları da getiriyor. Birkaç sene evvel Levent Yüksel, neden Uzay Heparı’nın tribute albümünde yer almadığı sorusuna “Çağırılmadım ki” yanıtını vermişti, misal. Senaryo aynı, oyuncular farklı. Bir ömür.
BEYANLARINDAN NE ANLADIM?
Woody Allen’ın ‘İstanbul’da film çekebilirim’ açıklamasından: Hürriyet Pazar’daki Woody Allen röportajını okuyup boşuna heveslenmeyin. Hayır, İstanbul’da film çekeceği filan yok. Durumu, Woody Allen gözlüklerinden izah edeyim. Allen, bunu hep yapıyor. ‘Midnight in Paris’ sonrası tanıtım süresi boyunca Avrupa basınından farklı mensuplara demeç demeç “Sizin oralarda da film çekebilirim” demesi Tel Aviv, Kopenhag, Münih ve Budapeşte’de şahane bir film tanıtım malzemezine dönüşmüştü. Avrupa’da imaj tazelemek, turist mıknatısına dönüşmek isteyen Fahri Turizm Bakanı, Allen’ın kapısını çalıyor. Evet, New York’ta miladını doldurdu ve yine, evet, Avrupa fethini kariyerinde bir ‘İkinci Bahar yaşıyor ömrüm’ melodisinde yaşıyor. Fakat şu da bir gerçek: Sipariş usulü çekilen sahnelerin, film aralarına serpiştirilen karpostalların hiçbiri bir Manhattan fiminde o meşhur silüetlerin yerini tutmadı,
tutmayacak da.
SORUN TEKiLADA DEĞiL, SiZDEYMiŞ
Hani gecenin sonuna doğru alkolün tavan yaptığı an vardır, yan yan yürüyüp barmenden tekila istediğiniz, cüzdanınıza bakmadan herkese tekila ısmarladığınız geceye dair hatırladığını o son kare. “O son tekilayı içmeyecektik” diyerek uyanmanız, bir daha asla ağzınıza tekila sürmeyeceğinize dair yeminler etmeniz aslında tamamen psikolojik, etki/tepki konusunda tekilanın öteki yüksek alkollü içkilerden (Viski, votka, cin ve rom gibi) hiçbir farkı yok(muş). The Atlantic dergisinin son sayısında yer alan makale, deliller eşliğinde tekilanın üzerinde kötü şöhreti kaldırıyor. Bilim adamları oturup araştırmış, işin tamamen psikolojik olduğunu karar vermiş. Aynı miktarda, aynı ritüelde shot shot viski ya da votka içildiğinde de ertesi sabah aynı bitiklikte uyanacağınız iddia ediliyor. Sorunu tekilada aramayın. Aklama seansımız sona erdi. İyi shot’lar!
GEÇEN HAFTANIN PARTİLERİNDEN ÖĞRENDİM?
Mix Mondial kapsamındaki Kenji Jesse yemeğinden: Smirnoff’un global marka elçisi barmen Kenji’den elinden çıkma en trendy içkiler arasında isli ve reçellli kokteyller olduğunu, iki hafta boyunca Mix Mondial başlığında şehirde çeşit çeşit, boy boy etkinlikler ve partiler verileceğini, aralarından en gidilesi/tadılası olanların 6 Ekim’de Sefahathane’de, 12 Ekim’de ‘Master of Shot’ serisiyle Reasürans Çarşısı ve Tomtom Sokak’ta olduğunu...
Blogger Base’deki Caffe Nero gecesinden: Caffe Nero’nun beş kahve içtiğinizde, altıncısını bedavaya getirmek adını yapılan kart damga-latma mevzusunu bir aplikasyona dönüştürdüğünü, B-Base’in kimliğini bozmadan hâlâ renkli, hâlâ blogger odaklı kalabildiğini...