Selam verme seromonisinde gereksiz bir sohbete mahkum olanlar için çözüm basit ve net.
Uzaktan bir selam, sıcak bir göz kırpma sosyalleşmelerin en güzeli
Gündüz ya da gece, sokakta veya kulüpte tanıdık biriyle karşılaşma anındaki o teatral hale/ selam alıp verme seromonisine hâlâ alışabilmiş değilim. Nedense gereksiz bir kibarlık/nezaket hali çöküyor insana. “Naber?”/ “Nasıl gidiyor?”dan öteye gitmeyen sıkıcı/iç bayan/ruh daraltan başı sonu belli beylik, klişe muhabbetler her iki taraf için de can sıkıcı bir durumdan başka bir şey değil.
Hele kulüpteyseniz durum daha da vahim: Fonda bangır bangır müzik, bünyede yüksek promilde alkol “Ayıp olmasın selam vereyim” diye el uzatmışken, bir bakmışsınız kolunuzu kaptırmış gereksiz bir sohbete mahkum olmuşsunuz. “Ayıp olmasın” adına yüzde tebessüm, kafa sallamalarla, “Öyle mi?/Ne güzel!/Eee sonra?” cevaplarıyla ne gecelerin ziyan olduğunu bilirim. Şahsen üfürükten teyyare/haybeden gerçek ayaküstü konuşmaları karın ağrısı/vakit kaybı olarak görüyorum. Peki nasıl kurtulacağız? Çözüm basit ve net: Uzaktan bir selam/sıcak bir göz kırpma sosyalleşmelerin en güzeli.
Sokağa sosyalleşme/görünmek/ ‘halkı’ selamlamak adına çıkan insanlar tanıyorum. Söz konusu sohbetler sizi besliyor ve selam alıp verme serominisinden büyük keyif alıyorsunuz diyelim. Bu kez de tanıdığınız halde selam vermemeniz icap eden insanlara dikkat etmek lazım. Örneklerle mevzuyu açıp saçmak gerekirse karakterler üzerinden ilerleyelim:
Ünlü tanıdık: İki arada bir derede, zamanında ayaküstü iki çift laf ettiğiniz ‘celebrity’ ile aynı ortama düştünüz diyelim. Sırf yanınızdakilere hava/cıva atacaksınız diye, “Vay Kıvanç naber ya?” gibisinden bir lafla sosyalleşmeye kalkmayın. Adam sizin gibi binlerce kişiyle tanışmış; sizi hatırlamıyor olması olası bir durum.
İşten arkadaş: Ofis dedikodularına meze olmak istemiyorsanız, uzaktan bir kafa sallamayla yetinin. Ertesi günkü işadamı/iş kadını yüzünüzün ciddiye alınmaması da bir diğer ihtimal.
Liseden arkadaş: Yıllar sonra gerçekleşen karşılaşmalar, açılan lise defterleri nedense anında tuhaf bir yarışa/kıyaslamaya dönüyor. Ayaküstü kimin hayatı daha fiyakalı, kim daha çok para kazanıyor gibi anlamsız bir sorgu sual hali. Üç dakikada hayatındaki başarılı özetleme takdir-i şayan bir durum. Ayrı bir başarı.
Eski sevgilinin yakın arkadaşı: Karşınızda gerçek bir casus var. Hal hatır sormacadan öteye gitmeyin, kırmızı çizgiyi geçmeyin. Ağzınızdan çıkacak en ince bir laf mutlak çarpımla başka bir hal alacak. Mümkün mertebe hayatınızdan bahsetmeyin. Sohbeti karşı şahsın hayatı üzerinden kurun.
Yeni sevgilinin eski arkadaşı: Zamanında ‘sevgilinin arkadaşı’ kontenjanından tanışmışsınız, karşılıklı samimi bir sohbetiniz olmuş. Ne güzel. Ne var ki iki arkadaş yollarını ayırmış size de sevgilinizin kararlarına saygı duymak düşüyor. Uzak durulması gereken en kilit şahıslardan.
Yakın arkadaşın eski sevgilisi: Hesabı kapanmış bir ilişkinin ortasına düşme, arada kalma ihtimaliniz yüksek. Sizi tatlı tatlı sorguya çekecek, cümlelerinizden cımbızla yakın arkadaşına dair son bilgileri çekmeye çalışacak.
HENÜZ TANIŞMADIĞINIZ EN YAKIN PARTİ DOSTLARINIZ KİM?
Ayaküstü sosyalleşmelerde bir başka ritüel durum ise adını sanını bilmediğiniz dostlarla karşılaşma hali. Adını, sanını bilmediğiniz fakat her yerde tuhaf bir şekilde karşınıza çıkan, uzaktan uzağa en yakın parti dostunuz olan insanlardan bahsediyorum. Söz konusu insan profilini yakından inceleme fikrinden yola çıkarak Tempo dergisinin son sayısı için şehrin 24 saat parti insanlarıyla tanıştım. Sex Pistols, New Order ve Happy Mondays gibi kült punk grupların gölgesinde, arka planda 70’lerin Manchester’i, parti sahnesinin en parlak evresini anlatan modern başyapıt ‘24 Hours Party People’da Tony Wilson,“Kendi hikâyemde küçük bir rolüm var” der. Tüm parti insanları gibi onların da her şehir insanın hikâyesinde küçük bir rolü var. ‘Yüzü aşina’ kategorisinin baş elemanlarından bahsediyorum: Meriç, Elif, Eyal, Yigal, Ekin, Vanessa, Raisa ve Sarp... İsimleri bir şey ifade etmese de simaları size çok şey hatırlatacak. ‘Teaser’ burada, haber Tempo’da.