Ali Tufan Koç

Ali Tufan Koç

alitufankoc@gmail.com

Tüm Yazıları

Frankie İstanbul, ‘fine dining’ kültürünü günlük hayata sokabilir mi? Artı, Derin Sarıyer’den bağırmadan sosyalleşme, Çaba Derneği’nden bağırtmadan yardımlaşma dersi.

FRANKIE, NE KADAR ‘FINE’ NE KADAR ‘DINING’

Fine dining denilen mevzuyu, yemek konusunda damağına/kalemine güvenilen nadir isimlerden Sabah’ın gurme yazarı Deniz Erbil zamanında şöyle açıklamış: “Şık dekorasyonu, etkileyici atmosferiyle gözü okşayan, masalarında en kaliteli sofra örtüleri ve servis takımlarının, yemeklerinde en taze sebze ve meyvelerin, en üst düzey malzemelerin kullanıldığı mekanlar. Başka restoranlardaki meslektaşlarından daha kaliteli ve şık giyimli garsonların da işlerinin erbabı olmaları şart. Yemek porsiyonları da ben büyük değil; buna karşın tabaktaki sunumu son derece estetik.” Bu pencereden bakıldığında Frankie, son yıllarda İstanbul’dan çıkma, en ‘fine’ oluşum.

Haberin Devamı


Türkiye’deki fine dining kültürüne dair en mühim sıkıntı şu: Günlük hayata entegre olamamış, belirli gün ve haftalarda akla düşen, anlık planlardan uzakta, çok uzakta, tepelerde bir yerde, arada “Hâlâ açık mı?” muhabbetiyle konusu açılan zengin, şık ve alımlı restoranlar oluşu. “Ne ayağa düşmeli, ne de bir kere gidilip görüldükten sonra bir sonraki yabancı misafir gelene dek rafa kaldırılmalı” çizgisini tutturabileni henüz yok. Frankie, mekan içinde mekan konseptiyle bu şablonu kıracak gibi. Bar, lounge ve restoran kısmı keskin hatlar ve hislerle birbirinden ayrılıyor. Mühim misafirleri yemeğe götürün, sevgilinizle lounge kısımda püfür püfür İstanbul’un tadını çıkarın, bekar arkadaşlarınızla plansız, hesapsız barına gidip içki için. Alternatifi çok, hikayesi bol.


FRANKIE, NE KADAR ‘FINE’ NE KADAR ‘DINING’

Sezen Aksu da bizi görecek mi?

Mekanın müzikal direktörü Sezen Aksu olunca gözler bir Minik Serçe; kulaklar bir minik ‘İstanbul İstanbul Olalı’ nağmesi istiyor/arıyor haliyle. Barın köşesine titizlikle dizilmiş Sezen Aksu albümleri yetmiyor, rakıyla/şarapla kıvama gelmiş can o meşhur kuyruklu piyanoya yaslanmış bir
Sezen istiyor. Hayır, Sezen Aksu sürekli orada olmayacak. Sahne alacağı günler bile, müşterilere söylenmeyecek, sürpriz tatlı niyetine birden sahnede belirecek. Mesela, geçen cumartesi bir sürpriz yapmış, tüm rahatlığı ve enerjisiyle, gece yarısı sahneye fırlamış Sezen Aksu.

Haberin Devamı

BAĞIRMADAN SOSYALLEŞMEK

Yeni koleksiyon tanıtım amacıyla Akaretler’deki Derin mağazası ufak çaplı bir tasarım galerisine dönüşmüş, şerefine bir kokteyl verilmiş, siyahlar içindeki Derin Sarıyer, beyazlar, bordolar içindeki düz ve net koltukları, sehpaları, oturma gruplarını tanıtıyor. Manzara pek tanıdık değil: Herkes minimal, her şey ölçülü, sohbetler kısa cümleli, sosyalleşmeler kısa cümleli. Fütursuz kahkahalarıyla belleğe kazınmış en parti insanı bile, en minimal haliyle sosyalleşme çabasında kibar kibar. Kokteylin güzelliğini, ölçülü duruşundan ötürü Derin Sarıyer’e mi, yoksa nabza göre ustaca şerbet veren bukalemun görünümlü davet insanlarının hanesine mi yazılmalı?

BAĞIRTMADAN ‘ÇABA’LAMAK

Ne sosyal sorumluluk projeleri gördük, projeye dâhil isimler ‘sorumluluktan’ ziyade ‘sosyal’ gözükme derdiyle meşguldu. Neye hizmet ettiği satır arasına sıkışmış, filancanın börtü böcek kılığına girmesiyle gündeme gelen poz poz kokan sosyal sorumluluk işlerinden sonra Çaba Derneği’nin geçen hafta Lütfi Kırdar’da sahnelediği oyun, çerçeveletip örnek çalışma niyetine duvara çakılmalı, her belirli gün ve haftada tekrar tekrar hatırlanmalı. Röportajda kendini ortalara atan, sahnede rol çalan (Ertuğrul Özkök’ün sarı pantolonunu ayrı tutalım!), dışarıda beş kuruş almadan tüm vaktini vakfeden tek bir kişi mi çıkmaz? Mustafa Sarıgül’ün bile geri planda kalmayı becerebilip, konuşmasını az ve öz kutup, “İyi seyirler” demekle yetindiği bir geceden bahsediyorum. Cumartesi akşamı CNN Türk’ten yayınlanan galada, aralara serpiştirilmiş kulis görüntülerinden çıkan sonuç şu: Çaba Derneği, cemiyet insanıyla (Ayşegül Dinçkök, Türkan Sabancı), gazetecisiyle (Özkök, Hıncal Uluç, Savaş Özbey...), televizyon yüzüyle (Defne Samyeli, Mehmet Ali Birand...) tek yürekten, tek sesten oluşan, ciğerinden yardıma gönüllü bir ekip (kendi deyimleriyle, aile) oluşturmuş. Tek atımlık olmaması, tek temennimiz.