“İç çamaşırlarınızı istiyorum” diyen bir JamIe Cullum:
Santralistanbul Kıyı Amfi’deki Jamie Cullum konserini izlemeyenler, ‘Jamie’nin ezan restiali’ ötesinde başka neler kaçırdı? Jamie’nin konser başında “Coşku görmek istiyorum. Çekinmeyin. Sahneye iç çamaşırı atmak konusunda serbestsiniz. Kadın, erkek fark etmez. Yeter ki sevginizi gösterin” tadında coşkulu söylemleri, ‘What a Difference’ parçasında dansa kalkan tüm çiftleri parçanın sonunda tek tek alnından öpüşü, konseri ayakta izleyenlere “Ucuz bilet insanları! Buraya eğlence getiren, asıl parti insanları sizlersiniz” diye takılışı, Rihanna’nın ‘Don’t Stop the Music’ini şık bir restiale dönüştürmesini... Daha sayalım mı?
Tünel Şenliği’nin ateşini söndüren bir Miss Pizza:
Caz Festivali’nin başlama vuruşu niteliğindeki Tünel Şenliği, Asmalı’yı cumartesileri hıncahınç dolduran yerli turist kalabalığıyla karışınca şenliğin özü sokakta değil, mekanlarda hissedildi. Miss Pizza’daki ‘Radikal Yazarları çalıyor’ şenliğe en yakışan, rengi, kültürü, dansı bol etkinliği olmasına rağmen gecenin devamında bu kültür çeşitliliği Miss Pizza’ya fazla geldi. Olayı gecenin DJ’lerinden Berrin Karakaş’ın kelimeleriyle aktaralım: “White Stripes ile başlayıp System of a Down’la devam eden playlist’imde sıra Koma Amed’den ‘Hay Nik Na’ya geldiğinde, saat 00.00 itibarıyla bizden sonra çalmaya başlayacak mekanın DJ’i, ben parçanın coşkusuyla DJ kabininden çıkıp dans etmeye başlamışken, bizlere teknik yardım sağlayan gencin yanına geldi. Pis pis bakmaya başladı. Bütün coşkumu tek bir bakışla yerle bir etti. İşte biz bunlara tiran diyoruz... Tiran gittikten sonra teknik yardımcıya ‘Ne oldu, bir sorun mu var?’ dedim. O da bana ‘Biz bu dili bilmiyoruz da’ dedi. İkinci tiran da hoş geldi. Arapça biliyor muydu bu adamlar, İngilizceyi sular seller gibi biliyor muydular, Fransızca biliyor muydular da sıra Kürtçe’ye geldiğinde müstehzi müstehzi ‘Biz bu dili bilmiyoruz da’ diyebiliyorlardı.”
Berrin haklı olarak soruyor: “Tünel gibi bir yerde dahi Kürtçe şarkı dinlemeye tahammülü olmayanlar müzikten ne anlar?”
Marcus Miller kulisinde bir Yıldız Tilbe:
Radikal’den Sevin Okyay’ın haberine göre ‘Tribute to Miles’ konserinde kulisin sürpriz bir ziyaretçisi varmış: Yıldız Tilbe. İlk caz konseri oluşu, uzun zamandır ilk defa bir konserin onu bu kadar heyecanlandırması haberde yer alan detaylardan. Kulis buluşması, güzel bir şarkı alışverişiyle tescillenmiş. Tilbe, yakında bir Marcus Miller bestesini okuyacak. Mis. İkilinin fotoğrafına dair alt metin daha derin, daha sıcak: Tilbe’nin Marcus Miller’le sarmaş dolaş verdiği pozu gayet ‘Cazın iki büyük ismi buluştu’, ’40 yıllık caz dostları’ başlıklarıyla verilebilir sıcaklıkta. Kafasında beyaz fötr şapkası, kulağında bluzuyla uyumlu mavi küpeleriyle Yıldız Tilbe, belli ki özenmiş, takmış takıştırmış, sürmüş sürüştürmüş. Merak sorusu: Müslüm Gürses arabesk ile popu karıştırıp, Pop/rock cover parçalarla kendi müzik türünü yaratmışken, benzer bir açılımı Yıldız Tilbe yapsa, pop/arabesk ile caz/soul’u karıştırıp, tıpkı Gürses gibi, kendi müzik türünü yaratsa fena olmaz mı? Üstelik, Tilbe’nin herşeyi tastamam/yapmaya çalıştığı/bir de yanına yakıştığı (Bkz. Marcus Miller pozu) Şimdilik tek eksiği elinden tutacak bir Murathan Mungan.
BENi ÖNCE BAĞRINA BAS, SONRA FACEBOOK’A
Beyoğlu Arter, bir süredir bağımsız katlarında çok yazılan/çizilen bir sergiyi, Patricia Piccinini’nin ‘Beni Bağırına Bas’ını ağırlıyor. Arter’de popüler bir sergiden insan manzaralarını seyre daldıkça toplum olarak sergi gezme adabına dair bildiklerimizi/bilmediklerimizi kafada sıralamaya başladım. Durum vahim. Sergilenen işin popülerlik mertebesiyle, galerinin sirk alanına dönüşmesi arasındaki doğru orantı bizim topraklara has bir formül değil elbet. Yine de Arter’deki sergide çoluk çocuk, her yaştan insanın anormal/ucube kılıklı yaratıklarla yan yana fotoğraf çektirme halini çözebilmiş değilim. Her eserin iki adım yanında “İki kulak da yapayım mı?” cinliğiyle poz verenle, iki adım ötesinde “Pşt, İsmail! Çok yakıştınız oğlum!” hinliğiyle poz çekeni başta serginin bir parçası, değişik bir enstalasyon çalışması zannettim. Değilmiş. İlerleyen günlerde Twitter’a/ Facebook’a peşpeşe düşen, ‘@arter’ başlıklı fotoğrafları görünce, neden insanların elinde sergideki işlerin anlatıldığı kitapçığın değil, iPhone’ların/Blackberry’lerin olduğunu anlamış oldum. Neden sergi gezilir? Kendimiz için mi başkaları için mi?