24.08.2023 - 02:07 | Son Güncellenme:
Seray Şahinler/ seray.sahinler@milliyet.com.tr -“Yerle gök arasında kopuş hiç olmamıştır. Yeryüzünde sözcükler fosilleşmez. Göbeklitepe, Sefertepe, Karahantepe ve Sayburç’ta buluşan bu avcı-toplayıcılar birbirlerine ne anlatıyorlardı? Asla bilemeyeceğiz. Bildiğimiz şey dünyalarının sınırlarını sorguladıkları.” - Isabel Muñoz
Farklı coğrafyalardan insanları ve kültürleri konu alan çalışmalarıyla tanınan İspanyol fotoğrafçı Isabel Muñoz, tarihin en eski defterini açıyor ve yönünü Şanlıurfa’da bulunan 12 bin yıllık Göbeklitepe’ye çeviriyor. Sanatçının Pera Müzesi’nde açılan yeni sergisi “Isabel Muñoz: Yeni Bir Hikâye - Göbeklitepe ve Çevresinden Fotoğraflar”, birbirinden etkileyici kareler eşliğinde bir Göbeklitepe masalı yazıyor. 17 Eylül’e kadar ziyarete açık olan sergide UNESCO Dünya Miras Listesi’nde yer alan, “insanlığın sıfır noktası” olarak anılan Göbeklitepe ile Taş Tepeler’in çevresindeki arkeolojik alanlarda çekilen fotoğraflar var. Muñoz, kayda aldığı bu eşsiz anlarla yapıların “derinlerine iniyor” ve ziyaretçiyi büyüleyici bir tura davet ediyor.
Hem sanat eseri hem belgesel
Sanatçının Nevali Çori, Karahantepe ve Göbeklitepe’den kesitler sunan fotoğrafları hem birer belgesel hem de sanat eseri. Muñoz, Göbeklitepe’nin bir yerleşim alanından daha fazlası, yaşamın ta kendisi olduğunu hatırlatıyor. Dünyanın en eski kült alanı olduğu düşünülen Göbeklitepe ve çevresinden yansıyan fotoğraflar; gizem, köken ve sonsuzlukla ilgili soruları da beraberinde getiriyor. Bölgedeki duyguları keşfetmek istediğini söyleyen Muñoz izleyiciyi de bu duygulara ortak ediyor. Pera Müzesi’nin dördüncü ve beşinci katına yayılan serginin hissiyatı yüksek eserlerinden biri daha girişte karşılıyor izleyiciyi. 12 yıldızı sembolize eden 12 ayrı kadraj, Göbeklitepe’de sadece üstten görünümün müsaade ettiği kadarını gördüğümüz alanın içine çekiyor. Bir labirentte geziyor hissi veren sanatçı, farklı açılardan çektiği karelerle alanın bütününe dair bir panorama sunarken, kabartmaların içine girerek açmalar ve bölmeler arasındaki figürleri de büyütüyor. Özellikle T biçimli sütunların üzerindeki figürler, bir anda sanat eserine dönüşüyor. Taşların üzerindeki hayvan figürleri, kabartmaların üzerindeki motifler, bir araya gelen farklı yüzler Muñoz’un objektifinden çıkarak müzenin duvarlarında bir başka öykü yazıyor. Bu görkemli sahneler, dönemin şölenini yaşatıyor yeniden.
1990’dan beri kazılarda
Göbeklitepe’deki kazıları 1990 yılından beri izlediğini söyleyen sanatçı, bu büyüyü en iyi şekilde aktarmak için hiç yapay ışık kullanmamış, bu tercihi de şu sözlerle anlatıyor: “Göbeklitepe’de bana hitap eden manevi bir unsur buldum. Kendimi bu kadim kültüre dâhil etmeye ve onu kendi tarzımda anlamaya çalıştım. Sahip oldukları yıldız bilgisinden ilham aldım ve görüntülerimi oluşturmak için doğal ışığa yakın bir aydınlatma kullandım.” Isabel Muñoz’un toprağı kullanarak geliştirdiği “Tepetype” baskı tekniğini ilk defa kullandığı işi de sanat pratiği açısından kıymetli. Munoz, burada Göbeklitepe’de çektiği fotoğrafların baskısında bölgeden getirdiği topraktan kullanmış. Karahantepe Neolitik Alanı’ndaki sembolik insan başı figürüne ise EEG yardımıyla beynindeki elektriksel dalgalar yansıtılıyor. Böylece insanlığın bilinen ilk yüzü canlanıyor...
Sonsuz bir keşif
Göbeklitepe sonsuz bir keşif. Tarihçiler, bilim insanları, arkeologlar, sanatçılar ve izleyiciler için bu büyüyü aydınlatmak Göbeklitepe’nin geçmişi kadar uzayıp gidebilir. Isabel Muñoz da fotoğraflarıyla bu keşfe katkı sunanlardan. Tarih öncesi insanlığın yaşayış ve inanç dünyasına kapı aralayan kareler, Göbeklitepe’nin zamana ve hayata meydan okuduğunu hatırlatıyor. Mougins Fotoğraf Merkezi Direktörü François Cheval’in küratörlüğünü üstlendiği sergi 17 Eylül’e kadar gezilebilir.
İnsanlık tarihinin kırılma noktası
Henüz küçük bir bölümü ortaya çıkarılan Göbeklitepe, yaklaşık 12 bin yıllık geçmişiyle insanlık tarihini yeniden yazan eşsiz bir yer. Harran Ovası’na hâkim bu tarih öncesi yerleşimin sınırlı bölümü kazılsa da elde edilen bulgular, Neolitik Dönem’le ilgili pek çok bilgiyi altüst ediyor. Dünyanın bilinen en eski ve en büyük tapınma (kült) merkezi sayılan Göbeklitepe ile dinsel inanışın yerleşik yaşama geçişteki etkisi kanıtlandı. Şanlıurfa’nın Örencik köyü yakınlarındaki Göbeklitepe kazılarını 1995’te Alman arkeolog Prof. Dr. Klaus Schmidt başlattı ve 2014’teki ölümüne dek 20 yıl sürdürdü. Bu kazılar avcıtoplayıcı yaşamı, tarım ve hayvancılığa geçişi, tapınak mimarisi ve sanatın doğuşunu anlamamıza önemli katkılar sağladı. Bölgedeki en ilginç buluntular, boyu altı metreyi, ağırlığı 40 tonu bulabilen “T” formlu anıtsal dikilitaşlardır (steller). Bu gizemli dikilitaşların 10-12 tanesi dairesel planda dizilerek araları taş duvarlar ile örülmüş. Alanı, ortadaki bir çift karşılıklı büyük dikilitaş ile çevresindeki dikilitaşlar yuvarlak ya da oval kapalı mekânlar oluşturuyor. Kazılar neticesinde bu mekânların altı tanesi ortaya çıkarılmış olsa da jeomanyetik ölçümlerle bu mekânların 20’yi bulduğu biliniyor. Göbeklitepe varlığını M.Ö. 8 bin dolaylarına kadar sürdürdükten sonra terk edildi.