19.09.2024 - 03:10 | Son Güncellenme:
İklim Demir Tantoğlu
İKLİM DEMİR TANTOĞLU- Bürokrat olarak, yurt dışına kaçırılan eserlerin Türkiye’ye getirilmesi konusunda da görev yapmış olan Dr. Yahya Coşkun, yeni çıkan Esir Şehirlerin Eserleri adlı kitabında, 1918-1923 yılları arasında, işgal günlerinde Anadolu’nun talan edilmesini tarihi belgelere dayandırarak incelerken, Orta Asya’dan günümüze Türklerin kültür varlıklarını koruma anlayışını da gözler önüne seriyor. Coşkun’la kitabının ışığında kültürel miras hırsızlığını ve Türk müzeciliğinin kökenlerini konuştuk.
*Sevr Anlaşması’nda tarihi eserlerle ilgili maddeler olduğunu belirtiyorsunuz. Bu maddeler ve sonuçları nedir?
Sevr Anlaşması, Osmanlı Devleti’nin yenilgisinin ilanı. Sadece elimizdeki toprakları değil, toprağın altındaki eserlerimizin birçoğunu da vermeyi taahhüt etmiş olduk. Bu hükümler galip devletlere, işgal ettikleri topraklarda eski eserleri arama, bulma ve götürme hakkını veriyor. Sevr Anlaşması’nda eski eserlerle ilgili hak iddia edemeyeceğimizi içeren maddeler vardı. Fakat Milli Mücadele ile birlikte biz Sevr Anlaşması’nı tanımadık. Lozan Anlaşması ile de Sevr’in muhatabı olmadık. İşgalcilerin yağmaladığı eserlerin bizim eserlerimiz olduğunu iddia ediyoruz.
*Âsâr-ı Atîka Nizamnameleri, Cumhuriyet’in kurulmasıyla geçersiz mi kaldı?
Eski eser hukukunun geçerli olduğunu ısrarla iddia ediyoruz. TBMM’ye göre İstanbul’daki hükümet geçersizdir ve onların imzaladığı uluslararası anlaşmalar da geçersizdir. Bu nedenle Sevr Anlaşması’nın hukuki hiçbir geçerliliği yok. Dolayısıyla eski eserlerle ilgili var olan kanunlar geçerli.
*Uluslararası Akademi Birliği tarafından kabul edilen bir raporda, manda konumundaki ülkeleri kapsayan uygulamalar olduğundan bahsediyorsunuz. Bu uygulamalar neler?
İlki, işgal dönemlerinde tarihi eserlerin yağmalanması. Bu devletlerin varlığından bile eski bir gelenek. Bir ülkeye savaş ilan edildiğinde, ilk olarak kültür varlıkları yağmalanıyor. Devletler bunları zaferlerinin bir nişanesi olarak alıyor. Modern Çağ’ın başlamasıyla savaş hukukuna dair düzenlemelerde kültür varlıklarının korunmasıyla ilgili çalışmalar da yapılıyor. Anlaşmalarda savaş ortamında bile, kültür varlıklarının korunacağına dair sözler veriliyor. Fakat güçlü devletler anlaşmalara istisnalar koyarak yağmayı meşrulaştırıyorlar. Sevr de bunun içerisinde.
‘Geri döndük’ mesajı
*Tarihi eserler işgalci devletler için neden önemli?
İşgali meşrulaştırmak için arkeoloji siyasi bir araç olarak kullanılıyor. Yunanlar, “Bu topraklar zaten Yunan’dır. Dolayısıyla biz buraya işgalci olarak girmiyoruz” teziyle hareket ederek, bu işgali bir annenin çocuğuna kavuşması olarak tanımlıyorlar. Buldukları her esere de bunlar Yunan eseridir gözüyle bakarak, diğer devletlere “Bu topraklar Yunan toprağıdır” mesajı veriyorlar. Anadolu’daki insanlara da “Siz bu topraklardaki yabancılarsınız. Biz asıl topraklarımıza geri döndük” demek istiyorlar. Temel amaçları işgali meşrulaştırmak. İtalyanlar ise On İki Ada başta olmak üzere Kuzey Afrika ve Anadolu’nun güney ile güney batısıyla ilgileniyorlar. Yunanlar gibi yakıp yıkmak yerine hastaneler ve mektepler açarak daha ılımlı bir işgal politikası uyguluyorlar. Antalya başta olmak üzere Anadolu’nun batısında Roma eserlerini kayıt altına alarak dünyaya “Bunlar Roma eseri ve bu topraklar Roma İmparatorluğu’nun toprağıdır” iddiasıyla Anadolu işgalini meşrulaştırmaya çalışıyor. Fransızlar ise, “Bu topraklar Roma’dır. Fakat Roma bir idealdir. Fransız İhtilali ile Roma ideali artık Fransa’dadır” diyerek Anadolu işgalini sebeplendiriyor.
*Tarihi eserlerin yağmalanmasında Anadolu daha çok mu ön plana çıkıyor?
Anadolu biraz daha ön plana çıkıyor. Fakat Fransızlar Mısır’ı işgal ederken yine aynı bahaneleri sunuyor. Arkeoloji son birkaç asırda hep işgallerin ve siyasetin bir parçası olarak kullanılıyor. Fransız İhtilali ile birlikte ulus akımları güçleniyor. İmparatorluklardan ayrılan devletler, önemli uluslar olduğunu ispat etmek için kazılar yapmaya başlayarak buldukları eserleri ülkelerine götürüyorlar. Aristokratların bunu yaptığını gören yeni burjuva sınıfı da güzel ve süslü eserler bulmak için Schliemann gibi adamlara paralar vererek eser kaçakçılığını destekliyorlar. Hem işgalci devletlerin yaklaşımı hem de burjuvanın güzel eser arayışı bu topraklarda ciddi bir yağmaya neden oluyor.
Batı değişmedi
*Bugün Batılı devletlerin tarihi eserlere bakışında değişim oldu mu?
Schliemann’ın Troya Hazineleri’ni kaçırırken sunduğu argüman “Bu eserleri barbarlardan kurtardım” idi. İtalyalar da işgal yıllarında Anadolu’daki eserleri kurtardığını düşünüyordu. Sene 2024 hâlâ Batılı zihin aynı şeyi söylüyor. Arkeoloji tarihi başlarken Batılılar, geçmişi korumayı kendi tekellerine aldılar. İddia ettikleri şey, bir çiçeği oldukları topraklardan koparıp ışıltılı vitrinlere koymaktan başka bir şey değil. Dünyanın en ışıltılı vitrinine, en büyük müzesine baktığınızda orada kaçakçılığın karanlığı yatıyor. Vatanından koparılarak uzak diyarlarda esir esilmiş insanla vatanından koparılmış bir eser arasında bir fark yoktur
‘Türk müzeciliğinin kökenlerini balballara kadar götürebiliriz’
Eski Türklerde mezarlara dikilen taşlara balbal adı veriliyor.
*Türk müzeciliğinin kökenlerini neden Orta Asya’ya dayandırıyorsunuz?
Türk müzeciliğinin kökenleri ile ilgili maalesef ülkemizde Batı’dan öğrendikleri üzerine “Ülkemizde müzecilik ve korumacılık çok geç başlamıştır” diyerek konuya giriş yapılıyor. Orta Asya’ya kadar gittiğimizde Türk korumacılık tarihinin ilk örneklerini görebiliriz. Batı korumacılık tarihinde ilk olarak kiliselerdeki eserlerin korunduğundan bahsedilir ve tarihi eser korumacılığının, müzeciliğin ilk örnekleri olarak anlatılır. Fakat ne yazık ki, Türk-İslam tarihindeki koruma nesneleri korumacılık tarihinin bir parçası olarak görülmüyor. Bir müzeci olan Tahsin Öz, bir makalesinde “Bizde müzelerin teşekkülüne bakılırken, muhakkak türbelere de bakılmalı. Türbeler birer müzecik olarak kabul edilmeli” diyor. Atalarının hatıralarını korumayı istemek ve bunları ölümsüzleştirmeye çalışmak müzeciliğin temellerindendir. Bir müze temelde üç şeyi yapar: Korur, sergiler ve geleceğe miras bırakır. Semavi Eyice ise Türk müzeciliğinin başlangıcını Selçuklu Dönemi’nde Konya Surlarında sergilenen antik heykellere götürür. Ben daha da eskiye dayandırarak balballara kadar götürebileceğimizi düşünüyorum.
Fatih, Bizans eserlerini topladı
Fatih Sultan Mehmed İstanbul’a girdiğinde eski eserleri Aya İrini’de topladı.
*Fatih Sultan Mehmed’in tarihi eserleri toplatması Müze-i Hümayun’un öncülü olarak mı kabul ediliyor?
Semavi Eyice, “Askerî müzenin kuruluş tarihi 1453 olmalı” der. Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul’a girdiğinde eski eserleri toplayarak bugünkü Aya İrini’ye koyduğu ve kaydettirdiğini biliyoruz. Günümüzde elimizde olan Bizans’ın Haliç’e çektiği zincir, Roma imparatorlarından kalan eserler ve Topkapı Sarayı’nda bulunan Vaftizci Yahya’nın kolu gibi Hristiyanlık tarihi için önemli olan objeleri bir araya getirdiğini biliyoruz. Semavi Eyice de bu eserlerin Fatih tarafından toplatıldığını, korunduğu ve gelen yabancılara bunların gösterildiğini belirtir.
Hars İdaresi’nin çalışmaları
*Cumhuriyet’in tarihi eserleri koruma ve sergileme ile ilgili attığı adımlar neler?
Maalesef Cumhuriyet Dönemi müzecilik, arkeoloji ve kültürel koruma ile ilgili çalışmalar çok zayıftır. Bugün Cumhuriyet’in kuruluş yıllarında bu alanlara ne kadar önem verildiği ciddi bir şekilde çalışılmamıştır. Halbuki 1920’lerden başlayarak çok ciddi bir çalışma var. En önemli çalışma alanı ise bugünkü Milli Eğitim Bakanlığı’nın altında teşkilatlanmış Hars İdaresi’dir. Bu kültür teşkilatının altında ise arkeoloji ile ilgilenen bir şube var. Ne yazık ki Hars İdaresi ile ilgili düzgün bir çalışma yok. Bu teşkilatta müzeciliğin, arkeolojik kazıların nasıl yapılacağı, işgal kuvvetlerinin eserleri kaçırmasının nasıl önleneceği ve kaçırılan eserlerin nasıl geri alınabileceğine dair çalışmalar yapılıyor. Ören yerlerinin bekçilerinin nasıl çalışacağına kadar bir talimatname oluşturulmuş.
Yahya Çoşkun kimdir?
Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Tarih Bölümü’nden mezun oldu. Yüksek lisansını, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Üniversitesi Yakınçağ Tarihi Ana Bilim Dalında; doktora çalışmalarını, Ankara Üniversitesi Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü’nde tamamladı. Bürokraside birçok görev alan Coşkun, 2020-2023 yılları arasında Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdür Yardımcısı olarak çalıştı. Halen Türkiye Büyük Millet Meclisi Basın, Yayın ve Halkla İlişkiler Başkanı olarak görev yapıyor.