24.10.2022 - 01:00 | Son Güncellenme:
Dr. Mehmet Ozan Özbudak
Dr. Mehmet Ozan Özbudak | mozanozbudak@hitit.edu.tr| Hitit Üniversitesi- Yüzey araştırması, arkeolojide belirli bir bölge üzerinde ekip halinde ve sistematik bir biçimde -başlıkta belirtildiği gibi gerçekten de adım adım- yürüyerek ve yüzeydekileri gözlemleyerek yapılan bir alan araştırma yöntemidir. Yöntemi tanımlamadan önce ülkemizde yürütülen yüzey araştırmalarının başlangıcına bir göz atalım. Anadolu, Eski Dünya’nın zengin arkeolojik mirası ile ön sıralarda yer alan coğrafyalarından biridir. 19. yüzyılın başından itibaren kutsal kitaplarda, mitolojide ve tarihe yansımış hikâyelerdeki olayların izlerini süren meraklı araştırmacıların uğrak noktası haline gelen Anadolu’da Avrupalı gezginler tarafından birçok eski yerleşim yeri tespit edilmiştir. Bunların içinde en meşhuru Heinrich Schliemann’ın Troya’yı keşfediş öyküsüdür. Homeros’un İlyada adlı eserinden etkilenen Schliemann, coğrafi verileri de temel alarak Çanakkale Boğazı’na hâkim konumda bulunan ve Hisarlık Tepe ismiyle anılan höyüğün destanda adı geçen Troya kenti olduğunu düşünür ve burada kazılar gerçekleştirir. 19. yüzyılın sonuna gelindiğinde Anadolu’ya gerçekleştirilen seyahatlerin sonunda antik metinlerde adı geçen Hitit, Frig ve Urartu gibi Anadolu uygarlıkları hakkında daha fazla bilgi edinilir. Efes, Bergama, Milet gibi kıyı şehirlerinin yanı sıra Anadolu içlerinde yer alan Boğazköy gibi yerleşimlerde kazılar gerçekleştirilir.
Çatalhöyük’ten Göbeklitepe’ye
Zaman içerisinde arkeoloji, geçmişe duyulan meraktan sistemli bir bilime dönüşür ve Anadolu’ya gerçekleştirilen seyahatler de belli arkeolojik soruların etrafında dönmeye başlar. 20. yüzyılın ilk yarısında I. ve II. Dünya Savaşlarının da etkisiyle arkeolojik araştırmalar sekteye uğrasa da 1950’li yıllardan sonra sadece tarihi dönemleri değil tarih öncesi dönemleri de aydınlatacak yüzey araştırmaları gerçekleştirilmeye başlanır. İngiliz arkeolog James Mellart, Orta Anadolu’nun güneyi boyunca yürüttüğü yüzey araştırmalarında, çok sayıda höyüğü tespit etmiş, Çatalhöyük, Hacılar ve Beycesultan kazıları ile Anadolu’nun az bilinen tarih öncesi dönemlerine ışık tutmuştur. Takip eden yıllarda Robert Braidwood ve Halet Çambel’in ortaklaşa yürüttüğü Güneydoğu Anadolu Tarih Öncesi Dönem Karma Projesi kapsamında Çayönü ve Göbeklitepe gibi önemli Neolitik yerleşimlerin de içinde bulunduğu çok sayıda arkeolojik alan bilim dünyasına tanıtılmıştır. 1960’ların sonundan itibaren Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde arkeolojik yüzey araştırmaları, Keban ve GAP projelerinin itici gücüyle hızlanmış, barajların altında kalacak ovalarda çok sayıda yüzey araştırması ve kazılar gerçekleştirilmiştir. 1980 ve sonrasında ise yüzey araştırmaları Anadolu ve Trakya’nın diğer bölgelerinide içine alacak şekilde yaygınlaşmış ve arkeoloji pratiğimizin vazgeçilmez unsuru halini almıştır.
İlk halka
Yüzey araştırması, kazı çalışmaları ile beraber arkeolojinin temel yöntemlerinden biridir. Arkeolojik araştırmaları bir bütün olarak ele aldığımızda, yüzey araştırması bu çalışma zincirinin ilk halkasını oluşturur. Bilindiği üzere geçmiş insan topluluklarının kalıntıları zamanla toprak ya da su altında kalmaktadır. Bu kalıntılar kimi zaman tiyatro, sur duvarı, hamam, kilise gibi kolaylıkla fark edilen, kısmen veya tamamen toprak üstünde bulunan mimari unsurlar olabileceği gibi tamamen toprak altında bulunan höyük ya da tümülüs benzeri -daha dikkatli incelenerek tespit edilebilen- alanlar da olabilir. Yüzey araştırmaları arkeoloji biliminin emekleme aşamalarında, elverişsiz ulaşım koşulları nedeniyle az sayıda gerçekleşmiş, daha çok toprak üstünde kalan anıtsal yapıların, mimari kalıntı veya mezar gibi doğrudan tarihlenmesi kolay nesnelerin aranması ve belgelenmesiyle sınırlı kalmıştır. Kazı çalışmalarından gelen bilgiler, geçmiş toplumların kültürlerinin, yaşadıkları bölgenin coğrafi şartlarına göre şekillendiğini ortaya koymuş, daha önce pek dikkate alınmayan çanak çömlek ve taş gibi buluntular, dikkatli incelenmeye başlamıştır. Yüzey araştırmalarında en çok rastlanan bu buluntular, tespit edilen arkeolojik yerleşimin hangi dönemleri kapsadığını aydınlatan önemli dayanaklar haline gelmiştir.
Tarihlendirme
Arkeolojinin temel prensiplerinden biri de tarihlemedir. Zaman içinde belli gelenekler çerçevesinde inşa edilen mimari kalıntılar, sanat tarihçilerinin de katkısıyla nispeten daha kolay tarihlendirilebiliyor. Ancak uzak geçmişte yaşayan toplulukların zamansal ve kültürel olarak birbirinden ayırt edilmesini sağlayan yegâne unsur, günlük yaşamda kullandıkları kısmen korunagelmiş nesnelerdir. Taş-Bakır-Tunç-Demir ismiyle ilk kez 19. yüzyılda kabaca tanımlanan dönem isimleri, av ve savaş aletleri temel alınarak yapılmıştır. Arkeoloji biliminin diğer sosyal bilimlerle birlikte gelişimi ve geçmiş dönem yaşamını tüm yönleriyle algılayabileceğimiz kazı çalışmalarının yardımıyla bakış açımız değişmiştir. Günümüzde insanlık tarihinin dönüm noktaları taş, bakır, tunç ve demirin yanı sıra kemik, pişmiş toprak, cam, deniz kabuğu vb. nesnelerin de zaman içindeki teknolojik gelişimi incelenerek belirleniyor. Mimari kalıntıların tamamının toprak altında kaldığı arkeolojik alanlarda yapılan yüzey araştırmaları sırasında toprak üstünde rastlanan bu nesnelerin, diğer bir deyişle buluntuların yardımı ile yerleşmeler, kabaca tarihlendirilebiliyor. Fakat üzerinde gezilen arkeolojik alanın tam hikâyesi, hangi döneme ve kültüre ait olduğu ancak gerçekleştirilecek sistemli kazılarla anlaşılabilir. Kısacası yüzey araştırmaları belli bir bölgenin geçmişteki resmine dair kaba hatları bize sunarken, arkeolojik kazılar renkleri ve diğer ayrıntıları gözler önüne serer.
Teknolojik gelişmeler
20.yüzyılla hızlanan teknolojik gelişmelere bağlı olarak tespit edilen yerleşimler, koordinat sisteminin de yardımıyla ayrıntılı hale gelen haritalara işlenmeye başlamıştır. Bu durum belli bir coğrafya üzerindeki yerleşimlerin, zaman ve mekân ilişkilerinin saptanmasının önünü açmış; benzer arkeolojik buluntulara sahip yerleşimlerin, kazılardan gelen verilerle birlikte değerlendirilerek aynı kültür çatısı altında toplanmasını sağlamıştır. Her çalışmada olduğu gibi yüzey araştırmalarına da belirli bir arkeolojik soru ile başlanır. Araştırılacak bölge, genellikle çalışmayı yürütecek kişinin, kendi uzmanlığına göre belirlediği dönemsel çerçeveye uygun bir alandır. Bununla birlikte daha önce tespit edilenlerin bulunduğu ya da sistematik biçimde araştırılmamış, envanteri çıkarılmamış, dönemi saptanmamış bir bölge de olabilir. Ülkemizde farklı illeri hedef alan 90’ı aşkın arkeolojik yüzey araştırması sürdürülüyor. Bu araştırmalarla ulaşılan sonuçlar, her yıl düzenli olarak, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından farklı illerde organize edilen Kazı, Yüzey ve Araştırma Sonuçları Toplantısı’nda arkeoloji bilim dünyası ile paylaşılıyor. Bu araştırmalardan gelen bilgilerin düzenli olarak paylaşılması ve yayınlanması Anadolu coğrafyasındaki kültürel gelişimin anlaşılması açısından oldukça önemlidir