Prof. Dr. Nevzat Tarhan, duygusal zekânın da diğer tüm zekâ türleri gibi belirli bir oranda doğuştan geldiğini ve geri kalanının da sonradan öğrenildiğini dile getirerek, “Duygusal zekânın yaklaşık yüzde 30’u doğuştan gelirken, yüzde 70’i sonradan öğrenilebilir. Bu durum sadece duygusal zekâ için değil, mantıksal zekâ, müziksel zekâ ve doğal zekâ gibi diğer tüm zekâ türleri için de geçerlidir” dedi. Kişilerin ‘Benim zekâm böyledir’ diye düşünmesinin yanıltıcı olabileceğini kaydeden Prof. Dr. Tarhan, şöyle devam etti: “Hatta Edison’a başarısının sırrını sorduklarında ‘yüzde 5 zekâ, yüzde 95 çalışmak’ diyor. Yani zekâ, insana yüzde 30-40 oranında avantaj sağlar; ancak bu oran kesin değildir. Geri kalan yüzde 60-70’lik kısmı sonradan kazanılır. Zekâyı bir bina gibi düşünebiliriz: Binanın taşıyıcı kolon ve kirişleri toplam maliyetin yüzde 30’unu oluştururken, geri kalan yüzde 70 ise donanım, duvarlar ve diğer yapısal detaylarla tamamlanır. Tıpkı bu benzetme gibi, kişiliğimizin ve zekâmızın yüzde 30-40’ı doğuştan gelirken, geri kalanı çevresel ve öğrenilmiş deneyimlerle şekillenir. 12 tane kişilik tipi var. Doğuştan gelen farklılıklar var. Doğuştan gelen zekâ farklılıkları, çoklu zekâ teorisiyle daha iyi anlaşılmıştır. Gardner, 1983 yılında geliştirdiği bu teoriyle zekânın tek bir boyutta olmadığını, çok yönlü olduğunu ortaya koydu. Örneğin, 1. Dünya Savaşı’nda zekâ, askere alma kriterlerinden biri olarak kullanıldı. 2. Dünya Savaşı’nda ise Hitler, zekâsı düşük olanları Alman ırkından olmadıkları gerekçesiyle tasfiye etti. Ancak daha sonra insan beyninin çalışma mekanizması, nöral ağlar ve sinir sisteminin işleyişi daha iyi anlaşılmaya başlandı. Descartes’in Yanılgısı diye bir kitap çıktı. Descartes her şeye akıl diyordu. Düşünüyorum o halde varım diyordu. İnsan sadece düşünen bir varlık değil, hisseden bir varlık ve sosyal bir varlık aynı zamanda.” Sosyal ve duygusal becerilerden sorumlu belirli beyin alanları olduğunu ifade eden Prof. Dr. Tarhan, “Mantıksal düşünme sol beyinle ilişkilendirilir; bu, eril beyin olarak da adlandırılır ve mantık, muhakeme, analiz, konuşma, hesaplama gibi işlevlerden sorumludur. Sağ beyin ise dişil beyindir; duygular, heyecanlar, müzik ve sanatla ilgilidir. Ön beyin ise bu iki beyin yarım küresini dengeler. Bir kişi sadece eril beynini, yani mantıksal yönünü kullanırsa matematiksel düşünmeye yatkın, mühendis zihniyetine sahip bir birey olur. Ancak yalnızca dişil beynini kullanırsa duygusal ve kararsız bir yapıya bürünür; bu durumda sürekli fikir değiştiren, maymun iştahlı dediğimiz bir profil ortaya çıkar. Bu durum, erkek ya da kadın fark etmeksizin herkes için geçerlidir. Sadece bir tarafını kullanmak, yapılan işleri yarım bırakmaya veya dengesiz bir başarıya neden olabilir. Başarılı ve dengeli bir birey olabilmek için ön beynin etkin kullanılması gerekir. Ön beyin, yüzde 60-70 oranında sonradan geliştirilebilen bir kapasiteye sahiptir. Tıpkı fizik tedavide kasların geliştirildiği gibi, beyinde de nöral ağlar güçlendirilebilir. Bu süreç, ‘duygusal kas’ metaforuyla açıklanabilir” diye konuştu. Beyindeki duygusal yolları güçlendirdikçe duygusal zekânın da yükseldiğini anlatan Prof. Dr. Tarhan, “Duygusal zekâsı gelişmiş bir birey, belirli bir amaç için kendini harekete geçirebilir. Çoğu zaman, yüksek IQ’ya sahip ama tembel insanların üretkenlikten uzak olduğunu görürüz. Ancak duygusal zekâsı yüksek bir birey hem kendi motivasyonunu sağlar hem de IQ'sunu etkili bir şekilde kullanabilir. Böyle bireyler, amaçları doğrultusunda tutarlı bir hayat yaşar, gerekli donanımları biriktirir ve sürekli üretken olur. Hatta süper zekâya sahip olmasa bile müthiş işler başarabilir; çünkü onları hayatta dinamik ve üretken kılan, duygusal zekâlarıdır” şeklinde konuştu.