20 yıllık psikolog megafonla süt satıyor! 'Karasineğe 'Lütfen çıkar mısın?' diyordum'
20 yıllık psikolog Şeyda Nur Boybeyi, önce ofisini kapatıp bir karavan kiraladı. Ardından da kendi karavanıyla 1 sene boyunca Türkiye’yi gezdi. İstanbul’a yeniden dönemeyeceği anladığında da Burhaniye’de babasına ait olan çiftliğin işletmesini alarak burada yaşamaya başladı. Şeyda Nur ve aynı çiftlikte yaşayan yakın arkadaşı Elif, şimdilerde ellerinde megafonla bağırarak süt satıyorlar.
Gonca Kocabaş / Milliyet.com.tr - Şeyda Nur Boybeyi İstanbul doğumlu, 18 yaşında gastronomi okuyan bir oğlu var. İstanbul Üniversitesi psikoloji bölümünden 2000 yılında mezun olan Şeyda Nur, şimdilerde veteriner teknikerliği bölümünde okuyor. Psikoloji bölümünü bitirdikten sonra alanında uzman eğitmenlerden farklı terapötik yöntemlerin eğitimlerini aldı, workshoplar ve seminerlere devam etti. EMDR eğitimlerine katılıp, 1999 Gölcük Depremi sonrası Gölcük ve İzmit'te psikologlar derneğinin başlattığı psikolojik yardım çalışmalarında görev aldı. 5 yıl süren psikodrama atölyesini tamamladı. Klinik ve anaokullarında psikologluk yaptıktan sonra 2008 yılında kendi ofisini açarak yetişkinlerle çalışmaya devam etti. Bu süreçte halk eğitim merkezlerinde ve kadın derneklerinde ücretsiz eğitimler ve seminerler verdi, çalışma alanı zaman içinde sosyal fobi haline geldi. Yıllar içinde aldığı eğitimler birbiriyle harmanlanarak kendi terapi sisteminin temelini oluşturdu. Danışanlarıyla her gün düzenli mailleşme süreciyle seans işleyişini hızlandırarak 'özterapi' adını verdiği sisteminin devamlılığını sağladı.
1 SENE BOYUNCA TÜRKİYE'Yİ GEZDİ
Pandemi döneminde daha önce taslak olarak hazırlamış olduğu 'Özterapi' isimli kitabını piyasaya çıkararak ofisini kapatıp, online seanslarına devam etti. Pandemi bittiğinde İstanbul’dan uzaklaşma isteğine daha fazla engel olamadığı için önce kiralık karavanlarla karavancılığı deneyimleyip sonra kendi karavanıyla 1 sene Türkiye içinde seyahatlerde bulundu.
Karavanla geçirdiği bir yılın sonunda da yaşayacak bir köy arayışı içine girdi. Şu an bulunduğu çiftlik de halihazırda babasının 10 yıldır işlettiği bir çiftlikti. "Ben köy yaşamına önyargılı olduğum için gidip görmemiştim. Şehir hayatında konfor adı altında alıştığımız standartlar benim de hipnozda kalmamı sağladığından prenseslikten yani konforumdan vazgeçmek daha önceki yaşamımda aklıma dahi gelmezdi" diyen Şeyda Nur, “Hiç düşünmeden çiftlikte yaşama kararı aldım, karavanımı da çiftliğe yerleştirerek burada bir göz odada yaşamaya başladım. Yani ilk amacım hayvancılık değil, köyde yaşamaktı” şeklinde konuştu.
‘KARASİNEĞE BİLE 'LÜTFEN DIŞARI ÇIKAR MISIN?' DİYORDUM’
Çiftliğe adapte olmaya çalışırken en çok zorlandığı noktanın buranın ticari bir işletme olması olduğunu söyleyen Şeyda Nur, “Evime giren karasineği dahi ‘Lütfen dışarı çıkar mısın?’ diyerek pencereden çıkartmaya çalışırken köyde yaşayabilmek için zehirli örümcek, hamamböceği bilimum sinek öldürmeye başlayarak merhametin ve kişisel sınırın nerede başlayıp nerede bittiğini sorgulamak zorunda kaldım. Sığırların durumu ise benim için daha acıydı. Annelerinden ayırmak ayrı sorun. Barınak koşulları, her biriyle ayrı ilgilenmek veya duygusal bağa girmeye kalktığında aslında hepsini serbest bırakma isteği benim bu işe başlangıçta çok ama çok zorlanmamı sağladı” diyerek ekledi:
"Zamanla bir şeyleri kabul etmek zorunda kalıyorsunuz, insanın ikiyüzlülüğü bu noktada kendine çarpıyor. Eğer vegan değilseniz yediğiniz her et ve süt ürünü ticaridir. Ben 2 ay vegan olmayı denedim, yapamadım. Bu nokta da en ilkel insan tabiatına kadar düşünsel yol aldığımda evcilleştirilmiş hayvan türlerinin insana hizmet etmesi aynı zamanda doğada da canlıların devamlılığında ki doğal seleksiyon olduğunun bilinciyle insanın da gelişmiş bir hayvan tabiatı olduğunu kabul etmek, yaşayarak öğrendiğim bir ders oldu."
'SAHİPLENMEDEN SEVMEM GEREKTİĞİNİ ANLADIM'
Babasına ait 16 dönüm çiftliğin işletmesini alan Şeyda Nur Boybeyi, çiftliğin yarısını sağmal hayvanları için bahçe mera olarak kullanıyor. Bir kısmında da sebze ve meyve yetiştiriyor. Çiftlikte yaşayan 3 aile olduklarını dile getiren Şeyda Nur, “Diğer iki aile benden önce de 9 senedir orada yaşayan, çiftliğin her şeyi ile ilgilenen insanlar. Burada yaşadığım süre içinde tek bir aile olduk diyebilirim. Birbirimizi sahiplendik; dost olduk, yediğimiz içtiğimiz ayrı değil. Aramızda patron-işçi ilişkisi olmadığı gibi kimin eli dardaysa diğerine koşar durumdayız. Bu ev yaşantımızda da işte çalışırken de böyle” ifadelerine yer verdi.
Çiftlikte işleri öğrenmeye başladığı ilk aylar bütün işlerin zor olduğunu söyleyen Şeyda Nur, “Açıkçası ahır temizlemek bu işlerin en kolayı diyebilirim. Ben hayatım boyunca bir ofis odasında oturarak çalışmış bir insan olduğum için bedenimle çalışmak bana kendimi çok üretken hissettirdi. Buzağıların gün gün gelişimini seyretmek de öyle. Fakat ilk başlarda daha hayalperest yaklaşıyordum. Her yeni doğan buzağıyı dolaştırmak gezdirmek oynatmak gibi hayallerim, pratiğe dökülemediğinde mecburi bir kabulleniş oldu. İçlerinden bir tanesini doğduğu gün sahiplendim, adını da ‘Yeni Dünya’ koydum ve o 5 ay sonra hastalanarak öldüğünde aslında buradaki canlıları sahiplenmeden sevmem gerektiği de bir kez daha yüzüme çarptı" şeklinde konuşarak sözlerini şöyle sürdürdü:
"Elinizle beslediğiniz buzağıyı, kendi ellerinizle kesime göndermek de aylarca üstesinden gelmekte zorlandığım bir konu oldu. Çiftlikte yaşamak istiyorsam ve bu düzenin devam etmesini istiyorsam bu işletmenin de kalkınmasına hizmet etmek zorundayım. Bu yüzden duygusal bakmadan profesyonelce yaklaşmaya çalışıyorum. Hayvanların refahı için uğraşıyorum, en azından hayatta oldukları süre içerisinde en konforlu şekilde yaşamalarını sağlayabilirim diye düşünüyorum."
‘KÖYDE OJENİ VE KÜPENİ KİMİN GÖRDÜĞÜ ÖNEMLİ DEĞİL'
Şeyda Nur, İstanbul’da alıştığı bazı şeyleri devam ettirmeye çalışıyor. Köyde olmasa da yakın kasabalarda spor, dans, ahşap boyama, seramik, konserler gibi etkinliklere katılıyor. "Oje, küpe, botoks gibi şeyler çok eleştirilmiş ve köy yerinde ne gerek var sorusu o kadar çok sorulmuş ki buna açıklık getirmek istiyorum" diyen Şeyda Nur, “Anlaşılmayan şu ki biz şehirde farkında olmadan her şeyi başkaları için yapıyoruz, oysaki kendini seven insan kendi için kendine bakar ve kendini mutlu edecek şeyler yapar. Yani konu makyajını ya da ojeni ya da küpeni kimin gördüğü değil. Ben bir kadınım ve köyde yaşıyor olmak kendi görüntümü kendim için süslememi engellemiyor. İşin aslı kimsenin tasarruf hakkı olmayan şahsi kararlarımda kendime izin verebilme becerisine sahibim ve bununla gurur duyuyorum” şeklinde konuştu.
Hayat düzeninin tamamen değiştiğini, mental olarak da fiziksel olarak da daha sağlıklı bir enerjinin içinde olduğunu hissettiğini söyleyen Şeyda Nur, “Araba sesinin olmadığı, trafikte 3 km için yarım saat harcamadığım bir yerdeyim. İş temposu dolayısıyla erken yatmak ve erken kalkmak gerekiyor, bu da hayatınıza daha disiplin getiriyor. Kendi sobamı yakmak, sanal market yerine pazara gitmek, turşumu yoğurdumu, peynirimi ve konservelerimi yapmak da belki birçok kadının yaptığı ama benim burada öğrendiğim şeyler oldu. Çeşit çeşit peynirler deniyorum” bilgisini paylaşarak sözlerini şu şekilde noktaladı:
"Şu an sektör zor durumda. Benim en yakın arkadaşım Elif eşi ve çocuğu ile İstanbul’dan yanıma göç etti. Kendisi de tiyatro geçmişi olan, Kadıköy’de halihazırda spor salonu olan bir insan. Onunla çiftliğimizin reklamı olması adına bazı ilginç videolar çekiyoruz. İlerleyen dönemlerde mandıra açma hedefimiz için bir altyapı çalışması diyebiliriz."