Her yeni yılda çok da mütevazı olmayan kararlar alırım; Almanca veyahut sükunet öğreneceğim gibi. Ama sene sonu yaklaştıkça suçluluk duygusuna gark olurum zira ne yeni bir dil ne yeni bir dal tutulmuştur. Bu yıl, 17 Aralık sonrasında gördüğümüz çirkefliklerden sonra çok basit bir karar aldım: havaalanına gidip bir sonraki uçak nereye gidiyorsa ona atlayacaktım. Afrika maceram böyle başladı.
Güney Afrika’ya ayak bastığım gün Mandela’nın 20 yıl önce ilk defa oy kullandığı gündü. Bugünse tarihi bir seçimi var çünkü apartheid yani yasalı ayrımcılık/ırkçılığın olmadığı bir dünyada doğmuş yeni nesil ilk defa oy kullanacak. Ülkeyi karış karış gezdim, pek çok insanla konuştum, araştırdıkça bize ne kadar benzediklerini gördüm. Bizdeki penguenlerden ve yolsuzluk meselelerinden kaçayım derken aynı havuzun içine düştüm.
‘İyi ki Mandela yaşamıyor’
İktidar partisi ANC, Mandela’nın putunun arkasına saklanmış, her türlü hırsızlık ve kayırma konusunda korkusuzca yol alıyor. Lider Jacob Zuma, bir taraftan ezilenlerin, halkın sesi olma iddiasında. Bir taraftan da ülkenin en zengin adamlarından. Meşhur “fire-pool’u var mesela. Kendisi ve eşleri yüzme bilmemesine rağmen milletin vergisiyle bahçesine olimpik bir havuz yaptırmış. “Ne iş?” diye sorulunca, “Yangın çıkarsa söndürmek için” diyor. Sadece villasını korumak için 2.2 milyon dolar harcamış. Oğlunu, yeğenini, kuzenini, bacanağını önemli şirketlerin başına oturtmuş, medyayı susturmuş, işadamlarından haraç almış, yargılanmış, yargıyı da satın aldığı için paçayı her seferinde kurtarmış. Kadın hikâyelerine hiç girmeyeyim. Tecavüz iddiaları mı dersiniz, üç değil 21 çocuk sahibi olması mı, AIDS konusunda “erkek adam” korkusuzluğu mu... Ekonomi süper gidiyor diye böbürleniyor ama işsizlik ayyuka çıkmış. Mandela’nın sağ kolu, ülkede haysiyetin ve dürüstlüğün sembolü Desmond Tutu bile son seçimlerle ilgili, “İyi ki Mandela yaşamıyor ve bu rezaleti görmüyor” diyor.
Muhalefet fazla beyaz
Ana muhalefet partisi DA’ye gelecek olursak, bütün stratejileri bin bir yolsuzluk iddiası üzerine gitmek. Ama konuştuğum herkes, muhalefeti fazla “beyaz” buluyor. Evet didiniyorlar heyhat yeni bir şey söylemedikleri gibi halktan uzak duruyorlar. Sadece Cape Town gibi sahil şeritlerinde, okyanus boylarından oy alıyorlar. Ayrıca şöyle bir durum söz konusu; siyahlar ve beyazlar sadece yirmi yıldır eşit. Ama kâğıt üzerinde. Köleliğin adı değişmiş, o kadar. Ülkenin yüzde 80’i siyah ama en kötü işlerde onlar. En fakir ve eğitimsiz onlar. Bu insanlar “beyaz” görünümlü bir partiye oy vermek istemiyorlar. Güvenemiyorlar.
‘Çalıyor ama bizi de görecek’
Bir de Julius Malema’nın EFF partisi var ki, o da aşırı milliyetçi, iktidardan soğuyan siyahların oylarına talip. Şoförler, dünyanın her yerinde iyi nabız tutan, seçim geyiği döndüren adamlardır. Bizimkisi, Malema hayranı çıkıyor. Onun da yolsuzluk iddiaları var deyince, aynen şunu söylüyor: hepimiz zengin olmak istiyoruz. O da çalıyor olabilir ama bizi zenginleştirecek...
Seçim sonuçları yarın belli olacak. Kimse bir mucize beklemiyor. İktidarın bütün yolsuzluklarına rağmen yüzde 50’lerde oy alması, ana muhalefetin yüzde 25’lerde kalması, EFF’nin ise Zuma’dan oy çalması ön görülüyor.
Kulağa tanıdık geliyor mu? Önümüzdeki günlerde Hindistan’da da seçimler var, orada da tablo benzer. Dünya küçük, insan küçük. Muktedir yüzsüz, halk cahil bırakılıp güdüldükçe hep aynı şeyleri görüyoruz, göreceğiz.