Amerika’da yaşarken bayrak meselesine iyice takmıştım.
19’uncu yüzyılda kalmış devletçilik ve militarizm, Amerika’da ziyadesiyle kitschleştirilmiş, bayrak tuvalet kâğıtlarından donlara kadar inmişti. İleri demokrasi işte. Warhol’un çorba tenekesinden farkı kalmayan bayrak, aslında içi boşaltılmış potent bir sembole indirgenmişti. Çok poptu. Üstelik aya da dikilmişti!
Sonra buraya döndüm. Ortadoğu’da durum daha çetrefilli tabii.
Bayraklara sarılı gençler aktı gözlerimizden.
Bayrak ne kadar bölündüğümüzün “vücudu” oldu.
Kimileri mezarlı, kimileri mezarsız
Kimileri bayraklı, kimileri “bez parçalı”
Ama hep aynı sarılış: bayrağa sabitlenen kimlik ve paranoya.
Bu sebeptendir ki TRT Şeş’teki bir yemek programında, sarı, kırmızı ve yeşil biberlerin yan yana gelmesi olay oldu.
Bu nedendendir ki T.C kaldırılırken meydanlar kırmızıyla doldu.
İşin doğrusu, bayrak kullanılmaya çok müsaittir.
Asker yıllarca bayrağı hegemonya flaması olarak dikti.
Geçen sene tencere-tavalı gezicilere karşı Başbakanımız bayrak sallandırmamızı tavsiye etti. Bayrak, bir nevi fişti.
Ama Ertuğrul Kürkçü’nün söylediği gibi, “Kendine güvenen bir halk, bayrağını başka halka aracı olarak kullanmaz.” Asarken de, indirirken de.
Bu arada, hepimiz bayrağı konuşuyor, savaş kahramanı nidalı son derece zevksiz bayraklı fotoğraflarımızı yayımlıyor, konuyu üç beş teröriste indirgeyip sıvışıyoruz.
O bayrak neden indi biliyor musunuz? Hükümetin kalekol diretmesinden dolayı.
Çelişkiyi düşünün. Barış süreci döneminde bölgeye 341 kalekol yapılıyor. Kalekol, batıdaki bizlere çok fazla şey ifade etmeyebilir, hatta devletinin bir “barış garantörü” olarak bile gösterilir. Heyhat, bölge halkı için durum hiç de öyle değil. Lice’nin doğal bir fobisi var, nasıl olmasın? Orada 1993’te katliam oldu. 56 köyden 52’si boşaltıldı. Faili meçhullerin, yargısız infazların, paramparça Ceylan’ların, delik deşik Medeni’lerin toprağı burası. O günlerin çocukları bugün sokaklarda. Geçen sene bölgedeki annelerle konuşuyordum. Korucularının bebekleri üstünde nasıl sigara söndürdüklerini anlattılar, sigara-damgalı kızlarla tanıştım, hiç gözümden gitmiyor. O bayrağı indiren çocuklar doğru yapmadı, milleti tahrik etti-tamam. Ama siz de onları anlayın biraz. İki çocuk daha öldü sokaklarda, neden, bir düşünün.
Gelelim Sebahat Tuncel’in haklı sualine. “Madem barış olacak, niçin bu kalekollar?” diye soruyor. İzah etmeye çalışayım.
Süreç, şeffaf olmaktan çok uzak, adeta bir Mason gizlili/Janus iki yüzlüğünde ilerlediği için ancak tahmin edebiliyorum.
Ama işin ucunda, her biri 2-4 milyon liraya mal olan ihaleler ve yandaş müteahhitler olunca, ikilem, çelişki...hepsi anlaşılıyor.
Yani, süreç bahane, ihale şahane.
Siz, okullarda okutulan kitapları ırkçı, militarist, söven şeylerle doldurun, Kürtleri “zararlı cemiyetler” başlığı altına sokuşturun, ülkenin tek dilli, tek mezhepli olması için didinip nefret tohumları ekin, sonra da BARIŞ deyin, “Gerilim tuzağına düşmeyeceğiz” deyin, öyle mi?
Neyse, bırakalım bu can sıkıcı meseleleri, Musul’u falan.
TÜBİTAK bana bir albüm yapsın da havamızı bulalım.