Afrika beni çağırdı. Bu yabani diyarda, bu yabancı dillerin arasında kendimi dinlemeye geldim. Bu satırları Madikwe adlı uçsuz topraklardan yazıyorum; Güney Afrika’nın Botswana sınırından. Her sabah saat 5.30’da uyanıp vahşi doğaya çıkıyoruz. Açık arabalarla, mor göğüslü kuşların, gazellerin, leoparların birkaç metre dibine kadar girip gözlemliyoruz. Hayatımda ilk defa bu kadar muhteşem bir doğayı tadıyorum. Sanki bir belgeselin içinde yüzüyorum.
Dün, bir göletin yanında bir anne/kız gergedana rastladık. Afiyetle su içerlerken bir fil yaklaşıyor. Genç bir erkek. Rehberimize hemen gergedanlar ve filler anlaşır mı diye soruyorum. Anlaşırlar demesine kalmıyor, fil, anne kızın üstüne yürüyor. Ben, “ama ama...” bile diyemeden rehber basit bir cümle kuruyor: “Just because he can.” Yani, gücü var, gösteriyor. Orman kanunu... Hayvanlar alemini yakından gözlemleyince Aristotelyen kesilip politik hayvanları daha iyi anlamaya başlıyorsunuz. Dişi olan gösteriyor, gücü olan eziyor, intikam kısır döngüsü ile ebet dönüyor. Ve daha da tuhafı, güç gösterdikçe size daha da saygı duyuluyor. Neden? Çünkü sizin yerinizde olmak isteniyor.
Burada hayvanlardan bir şey daha öğreniyorum. Unutmuyorlar. Birkaç saat önce dişi bir aslanla tanıştık. Dediğim gibi, gün boyunca arabalarla her türlü hayvanın yanına yaklaşıyoruz. Bir aslanın yanına, ölü bir zürafa başında nöbet tutarken girdik mesela, bizi iplemedi. Çakallar gördük, aklı ette, bizi görmedi. En tehlikeli hayvan sayılan hipopotama baktık, suyun içinde keyif sürmeye devam etti. Ama bir dişi aslanın yanına yaklaşınca, hayvan deli gibi kükrüyor. Öğreniyoruz ki aynı arabayı kullanarak 10 sene evvel hanımefendiden test yapmak için kan almışlar. Arabayı sesinden mi, şeklinden mi, renginden mi tanıyor bilinmez, ama tanıyor. Araba, yanından geçince her defasında gürlüyor.