Medyamız, Emekli Korgeneral Erdoğan Karakuş’un “Gazeteci Uğur Mumcu’yu MOSSAD öldürdü” iddiasını pek bir sevdi. Oysa Mumcu’nun katilinin İsrail olduğunu eşi Güldal Mumcu, 2012 yılında yazdığı “İçimden Geçen Zaman” kitabında üstü kapalı olarak duyurmuştu! (O tarihte Güldal Hanım ile gerçekleştirdiğimiz röportajı Takvim ve Yeni Asır gazetesinin arşivlerinden okuyabilirsiniz.)
Emekli Korgeneralin açıklamalarında yoğunlaşılması gereken yer katilin MOSSAD olduğunu anlattığı bölüm değil. Karakuş’un “Suikastı İsrail’den Mersin’e gelen 5 kişilik tim gerçekleştirdi. Bunlar FETÖ’nün desteğiyle Esenboğa Havalimanı’ndan İsrail’e döndü. Suikast timinin pasaport kaydı ‘Bilgisayar arızası’ gerekçesiyle yapılmadı” iddiası...
Çünkü Mumcu’yu İsrail’in öldürdüğü zaten çok açık. Asıl mesele Mumcu’nun kaleminin neden kırıldığı ve suikastın sorumlusu olarak neden ve nasıl İran’ın öne çıkartıldığının anlaşılması… Hazırsanız başlayalım…
Mumcu’nun ölümünden önceki 1 yılda yazdığı 330 yazının 158’i PKK ve Kürt sorunuyla ilgili. 117 yazıda ise ABD’nin Türkiye ve Ortadoğu faaliyetleriyle ilgilenmiş.
Yani Mumcu moda tabirle “Büyük resmi” görmüş. PKK’nın dış bağlantılarına yoğunlaştığını ve yazacağı kitapta terör örgütündeki ajanların listesini açıklayacağını yakın çevresine söylemiş. Peki sonra ne olmuş? Önce kendisi de bir suikasta kurban giden ünlü MİT’çi Hiram Abas, Mumcu’ya “Öldürülmekten korkmuyor musun?” diye sormuş.
Şu tesadüfe bakın ki, aynı soruyu 7 Ocak günü, yani suikasttan sadece 15 gün önce Mumcu’ya bir kez de dönemin İsrail Büyükelçisi soruyor! “Öldürülmekten korkmuyor musunuz Uğur Bey!”
Tahmin etmek zor değil… Mumcu’nun kaleminin kırılma sebebi PKK’nın CIA ve MOSSAD ile kurduğu karmaşık ilişki ağını çözmesi. Dönemin DGM Başsavcısı boşuna “Devlet isterse bu işi çözer” demiyor. (O günün devletinin bu işin üzerine gidecek takati da cesareti de yoktu.)
Gerçekler ayrıntılarda gizli. O sebeple ayrıntılardan devam edelim... Yıl 1996…
Dönemin Adalet Bakanı Şevket Kazan, TBMM’de üç MOSSAD ajanının Mumcu’yu öldürmek üzere Türkiye’ye sızdığı belirtilen bir MİT belgesinden bahsediyor! Mumcu’nun ağabeyi Ceyhan Mumcu, Kazan’dan suikastın aydınlatılması için yardım istiyor. Adalet Bakanı 30 Ağustos 1996 günü “Mumcu cinayeti ile ilgili yeni iddialar var. Araştırıyoruz” diyor. Ve bu gelişmeden sonra Mumcu’nun ağabeyi İsrail Büyükelçiliğine davet ediliyor.
Ceyhan Mumcu’nun ısrarlı sorularına cevap veremeyen İsrail Büyükelçisi “ Biz kimseyi öldürmeyiz” demekle yetiniyor. Görüşme tatsız bir şekilde sona eriyor. Ertesi gün gazetelerde bu görüşme ilginç bir şekilde “Ceyhan Mumcu, Şevket Kazan’ı yalanladı” başlığıyla duyuruluyor!
Mumcu’nun katillerinin ortaya çıkmaması için Ankara’nın adeta seferber olduğunu gösteren daha onlarca ayrıntı var o dönemden.
Biz dönelim Mumcu’nun soğuk ve yağmurlu bir Ankara gününde son yolculuğuna uğurlandığı o cenaze törenine…
Ocak 1993’te Mumcu’yu uğurlayan kalabalıklar hep birden “Türkiye laiktir laik kalacak ve Türkiye İran olmayacak” sloganları atıyor.
Gizli bir el Türk halkının kafasına “Mumcu’nun katili İran” düşüncesini adeta kazıyor.
Ne tuhaftır ki… Mumcu’nun katledildiği gün Esenboğa Havalimanı’na İran’dan gelen bir uçak daha iniyor. Uçağın içindeki kalabalık heyetin geliş sebebi Türkmen doğalgazı…
Türkiye ve İran tam da o gün Türkmen doğal gazının İran üzerinden Türkiye’ye taşınmasını sağlayacak 25 milyar dolarlık bir anlaşma imzalayacak!
Ancak Mumcu’nun katledilmesi sebebiyle dönemin hükümeti İranlıları “Ortam çok gergin” diyerek geri yolluyor!
Muhtemelen o gün Esenboğa’dan art arda kalkan uçaklardan biri Mumcu’yu öldüren MOSSAD ajanlarını, diğeri ekonomik anlaşma için Türkiye’ye gelen İran heyetini taşıyor! Kazanan bir kez daha bir taşla 3-4 kuş birden vuran emperyalizm, kaybeden biz oluyoruz.
Günün sonunda…
PKK’nın MOSSAD-CIA ilişki ağını çözen gazeteci susturuluyor.
Suikast İran’ın üzerine yıkılıyor… Türkiye bir kez daha laik-anti laik kutuplaşması ile istikrarsızlaştırılıyor...
Türkmen gazının İran üzerinden Türkiye’ye ulaşması engelleniyor…
Aradan geçen 31 yılda Ortadoğu’da değişen pek bir şey yok. Küresel emperyalizmin iş tutuş şekli aynı. Kullanışlı aparatlarının da. Sadece farklı isimlerle boy gösteriyorlar.
Değişen bir şey var, o da Türkiye’nin direnci… Bugün MOSSAD’ı gördüğü halde susan değil “Benim ülkemde operasyon yaparsan seni cezalandırırım” diye İsrail’i uyaran bir Türkiye var.
Tarihin bu döneminde az bir kazanım değil bu.
Hele de eskiden işlerin nasıl yürüdüğünü görünce…