BONN
TÜRKÇE'nin inanılmaz bir hoyratlıkla tahrib edilmesi konulu yazıma gelen yankıların biri de değerli büyüğüm ve ağabeyim Cemal Alpman'dan. Cemal Ağabey gerçi vaktiyle kendisinin de uzun yıllar mensubu bulunduğu
"Talim - Terbiye Dairesi" hakkında benim
"Zalim Terbiye" ve üyeleri için de
"yarı cahiller" tabirlerini kullanmama biraz burulmuş ama sonuç olarak bunun kendisi ve onun gibi bir iki istisnayı kapsamadığını bildiği için mesele yapmamış. Şöyle izah edeyim: Ben
"Yüce Meclis"in de ahlaksız ve aşağılık parlamenterler elinde bir
"Cüce Meclis"e dönüşdüğünü söylüyorum. O 550 kişi arasında birtakım namuslu ve dürüst insanlar bulunması neye yarar ki? Birbirleriyle irtibatsız,
"münferid vak'alar"... Neticede hep öbürlerinin istediği olmuyor mu?
Cemal Ağabey aslında benim görüşlerimi
(maalesef!) doğralayan örnekleri çoğaltmış. Ben bu vesileyle yer darlığından ilk yazıda tam işleyemediğim bazı noktalar üzerinde durmak istiyorum:
Büyük edebi dilleri incelediğiniz zaman
- diğerleri meyanında - şunu da farkedersiniz: Bütün bu dillerin imlası yüzyıllar boyunca hemen hemen yok denecek kadar az değişmişdir. Bu sebepden, artık telaffuzu değişmiş bile olsa, bugün o eski metinleri görenler o kelimeleri hemen tanırlar.
Mesela XIV. Louis "L'Etat, c'est moi!" (Devlet ben'im!) demiyor "L'Estat, c'est moi!" diyordu. Cervantes "Don Quijote" yazmıyor "Don Qvixote" yazıyordu ama 350/400 yıl önce... Kardinal Richelieu, Otuz Yıl Savaşı'nın (1618 - 1648) en dağdağalı günlerinde
"Academie Française"i kurmaya vakit ayırabiliyordu.
"Academie" yüzyıllardır Fransız Dili'nin
"Anayasa Mahkemesi"dir!!! Alman, Avusturyalı ve Allemanik İsviçreli uzmanlar 35 yıl tartıştıkdan sonra 1998'de yaklaşık bir düzine imla kuralını
"gevşettiler", kıyamet kopdu... Bizde ise
- neuzübillah! - imla dayanmıyor.
Bugün büyük dünya dilleri değişik ülkelerde elbette ki değişik biçimlerde konuşulur ve telaffuz edilir. İngilizce; İngiltere, Avustralya, Nijerya veya Hindistan'da farklı
"eda" ile ve birçok
"yöresel" kelimelerle konuşulur. Öbürleri de öyle. Ama biraz mürekkeb yalamış
"İngiliz Dilliler"in ortak paydası Shakespeare'dir.
"İspanyol Dilliler"inki Cervantes'dir.
"Alman Dilliler"inki Goethe'dir.
"Arab Dilliler"inki
Kur'an'dır...
Peki, hani bizim
"Ortak Payda"?Evliya Çelebi mi? Ömründe
yarım sayfa okumuş olan parmak kaldırsın!!!
Resmi
(Resmolu/Girit) Ahmed Efendi mi? O da kim?
Bırakın onları, bugün lise son sınıfda okuyan bir gencin eline Reşad Nuri'yi verin artık onu anlamaz... Artık Hüseyin Rahmi'yi, Refik Halid'i anlamaz! Reşad Nuri'nin ölüm tarihi 1956'dır. Hüseyin Rahmi'ninki 1944... Refik Halid'inki 1965!!!
Şimdi ben
"Talim - Terbiye"ye
"Zalim Terbiye" derken az bile söylemiyor muyum?
Bunlar utanmasalar Türkçe'yi
"Moda Dahimiz" Orhan Pamuk'la başlatacaklar.
Gerçi onu da bilmezler ya...
Fakat onların yöntemleriyle
"eğitilen" (!) çocuklar on beş yıl sonra artık Orhan Pamuk'u da anlamaz olacaklardır... Onu bile...
Bugün
- sırf asıl anavatanlarda konuşulan - Fransızca, Almanca ve İngilizce'de sırasıyla 300.000, 350.000 ve 450.000 kadar kelime var. Bütün lehçeleri alırsanız bu sayı örneğin İngilizce'de bir buçuk milyona yükseliyor.
Öte yandan Ali Püsküllüoğlu'nun
"Öz Türkçe Sözlük"üne Ömer Asım Aksoy'un yazdığı önsöze göre 1932 Yılı itibariyle Türkçe'de 29.000 kelime varmış ki bunlardan 11.000 tanesi, yani
yüzde 38'i, Türkçe kökenliymiş. 1970'de ise
- ilamaşallah! - kelime haznemiz 28.000'e inmiş ama ne gam? Bunlardan 17.500'ü, yani yüzde 63'ü Türkçe kökenliymiş... En yeni baskısında ise herhalde
- tabii hepsi Türkçe kökenli olmak üzere!!! - 500'e inmişdir...
Beşeriyet maymundan tekamül ederek uzayı fethetmeğe başladı.
Bizlerse
"U dönüşü yapıp" maymun atalarımıza doğru uygun -
"suz!" adım ilerliyoruz (!)...
Aksi tekamül...