Oktay AKBAL
"Bu böyle bin dokuz yüz bilmem kaça kadar sürüp gidecektir. Ve yine bin dokuz yüz bilmem kaçta kitap bastırmak, yazı yazmak takatinden mahrum nalları dikeceksinizdir. Ve yine bin dokuz yüz bilmem kaçta sizi kimseler hatırlamayacaktır. Yaşasın Edebiyat!"
"YAŞASIN Edebiyat" şimdi bir deginin adı... Sait Faik 13 Aralık 1944'te
"Yeditepe" dergisinde çıkan bir yazısına bu adı koymuştu. Ölümünden sonra toplanan düz yazıları da bu ad altında yayınlandı. Ben 1977'de çıkan bir kitabıma bu adı vermiştim Sait Faik'in o güzel içdöküşünü örnek alarak:
"Yaşasın Edebiyat"...
Yaşısın, ama nasıl yaşayacak?
O kitaptaki yazılarımdan birinde edebiyatın insan yaşamındaki yerini, önemini şöyle anlatmıştım:
"Edebiyat, Türkçesiyle yazın, küçük yaştan duyurur bize yaşamın anlamını. Bir şifre gibidir önceleri. Bir çaba gösterirseniz, yenersiniz zorlukları. Yavaştan yavaştan yaşamın gizleri serilir gözünüzün önüne. Sevinçlerin, coşkuların, aşkların nedenleri niçinleri anlaşılır hale gelir. Bir bilmece gibiyizdir kendimize, önceleri kendimize. Kendimizi çözmemiz gerekir, yaşamı tutmak, mutluluk payımızı almak için. Edebiyat ürünleri, yani şiirler, öyküler, romanlar, denemelerdir öncülerimiz, yol göstericilerimiz. Kendi içimizdeki gizli ülkeye bizi götürenler."
* * *
EVET, edebiyat nasıl yaşasın ki?
Okullarda, liselerde, yüksek okullarda yer almaz! Kitap satışları iki üç binler çizgisini aşmaz! Gündelik gazeteler, radyolar, TV'ler yer vermez! Zaman zaman kitap en zararlı nesne sayılır! İkide bir, bir yazarın, bir şairin görüşlerinden, düşüncelerinden ötürü suçlandığı, içeri atıldığı duyulur.
Devlet büyükleri edebiyat adamlarına, en küçük işadamına karşı gösterdiği saygıyı, ilgiyi göstermez! Sabah akşam eğlence programlarıyla, şarkılar, en sıradan güldürülerle beyinler uyuşturulur, sersemleştirilir! Sokaklarda, taşıtlarda kitap okuyan kişilere kuşkulu insanlar gözüyle bakılır. Yıllar geçti bu durum pek değişmedi!
* * *
SAİT Faik'in pasaportuna bir türlü "yazar" diye yazmadılar, meslek bölümünde "mesleksiz, işsiz güçsüz" tanımlaması yer aldı! Onca kitabı yazarlığının kanıtları sayılmadı. Sabahattin Ali'yi bir tuzağa düşürüp öldürdüler. Orhan Kemal'den Kemal Tahir'e, Nazım Hikmet'ten daha pek çok şaire, yazara varıncaya dek hapishanelerde inlettiler. Açarsanız yazar sözlüklerini, hemen tüm gerçek edebiyatçıların hapisle, sürgünle cezalandırılmış olduğunu görürsünüz.
* * *
VEDAT Günyol bu yıl TÜYAP Kitap Fuarı'nın Onur Yazarı. Tüm yaşamını sanata, kültüre veren usta bir yazar. Nice yılları, nice yapıtları, çalışmaları geride bırakmış. Ama tüm gençliğiyle yine ürünler veriyor, çevresine, ülkeye aydınlık saçıyor.
* * *
BAKMAYIN fuar salonlarını binlerce insanın doldurmasına... Ne kadar kitap satılıyor, okunuyor ülkemizde, orası önemli! Yetmiş milyona yaklaşmış bir ülkede en tanınmış yazarlarımızın kitaplarının en çok beş - altı bin satıldığını düşünürsek...
Yine de yazılıyor, çiziliyor, yaratılıyor. Küçüklü büyüklü yayınevleri yapıtlarını bir avuç mutlu insana sunuyor büyük bir inançla... Ülkemizde hepimiz şiir yazarız, ama nedense şiir kitabı almayı pek sevmeyiz. Gazetelerden de edebiyat yıllardır dışlandı, TV'lerde ise edebiyatın izi bile kalmadı.
* * *
ÖYLE çok kitap yığıldı ki masama! Hepsi okunmayı bekliyor. Günde yirmi dört saat okusam hepsini bitiremem. En iyisi önemli gördüğüm birkaç kitaptan söz etmek. Birincisi elbet Prof. Nermi Uygur'un
"Bunalımdan Yaşama Kültürü"... Bir roman desem daha doğru. (Zaten denemeyle öykünün) romanın arasında bir ayrım var mıdır? Uygur, hastane gün ve gecelerini anlatıyor. Hem içine, hem dışına dönük bir felsefe adamının niteliğiyle...
"Nice acıların ürünü" saydığı kitabında bunalım denen karanlığı şöyle tanımlamış:
"İnsan birden dışına sürüldü mü, anla ki bunalım var."
* * *
ÖYKÜ nedir, nasıl bir türdür? Erdal Öz'ün
son yıllarda yazdığı
"Sular Ne Güzelse" adlı kitabındaki öyküleri, gerçek bir öyküden, yazınsal değer taşıyan bir öyküden aldığım tatla okudum. Her yıl Haldur Taner Ödülü'ne katılan şöyle böyle üç yüzden çok öyküyü inceliyorum. Hep yaşantı ürünleri, anılar! Erdal Öz, benim sevdiğim öykü biçimini sürdürüyor. Elbet her öykü yaşantının ürünüdür. Öz'ünkiler de öyle... Ama yazar bu konuda bakın ne diyor:
"Ama iyi bir öykü yalnızca yaşanmışların anlatısı olamaz, bununla yetinemez. Yaşanmışlık duygusu verebilmek, okurun yüreğinde yer edinmek anlatanın, o öykünün başarısı sayılmalıdır."
* * *
EDEBİYATI sevmek, yaşantımızın gerçekliğini duymaktır. Okuyun,
"Yaşasın Edebiyat" dergisini; gezih TÜYAP Kitap Fuarı'nı; yeni çıkan şiir, öykü, deneme ürünlerine hiç değilse bir dokunun... İster istemez siz de, Sait Faik gibi, belki biraz hüzünle, ama içten bir mutlulukla
"Yaşasın Edebiyat" diyeceksiniz.