Karabağ’da uzun yıllır büyük acılar yaşandı. Hocalı Katliamı ve ardından başlayan işgal planıyla 1.5 milyon kişi yurdundan edildi. 31 yıl süren Ermeni işgali ve zulmünün ardından çaresizlik ve umutsuzluk yerini mutluluğa bıraktı. Artık hepsinin yüzü gülüyor.
Bugün artık özgürlüğüne kavuşan Azerbaycan toprağı Karabağ, Ermenistan’ın 1992 Şubat’ındaki Hocalı katliamı ve hemen ardından sürdürdüğü alçak işgal planıyla çok büyük acılar yaşadı. 1.5 milyon insan yerinden yurdundan edildi... O karanlık günlere yakından tanıklık eden bir gazeteci olarak, bugün de foto muhabiri arkadaşım Ercan Arslan ile birlikte eve dönüşün mutluluğunu izledim. Eskilerden o kara günlerden gözümün önüne gelen ilk fotoğraf karesi de şu oldu: Gördükleri her Azerbaycan askerine sarılarak “Bizi zulümden kurtarın, evimize dönelim” diye ağlayan yaşlı kadınlar ve onlara “topraklarımızı alacağız” sözü veren, birçoğu da şehit ya da gazi olan kahramanlar...
Yazdıklarım, okuyacaklarınız, görecekleriniz de kanları, canları pahasına gözü yaşlı kadınlara, analara verdikleri sözleri tutan o kahramanların hikayesi...
Çalkantılı günler
Ülkesinin işgal altındaki topraklarını kurtaran Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev’in yumruğunu sıkıp havaya kaldırarak yaptığı zafer konuşmasındaki “Bu yumruk demir yumruktur. Bu demir yumrukla, düşmanın başını eziyoruz ve ezeceğiz de. Aynı zamanda bu yumruk birliğimizdir. Azerbaycan halkı bu yumruk gibi birleşti. Bu birlik ebedi olacak” sözleri çok anlamlı ve herkese ders niteliğinde...
Çünkü 31 yıl önce Ermenistan, Karabağ’daki o toprakları işgal ederken Azerbaycan’ın başkenti Bakü’nün o günlerdeki görüntüsü tam bir kaos ortamıydı. SSCB’nin dağılmasından sonra ülke bağımsızlığına (Ekim 1991) kavuşmuştu ama dış mihrakların, özellikle de Rusya’nın müdahaleleriyle her türlü kirli oyunların, darbelerin yaşandığı bir dönemdi. Rusya yanlısı, daha doğrusu Rusya’nın adamı hainler kaleyi içten yıkmaya çalışıyorlardı. Bunu fırsat bilen Ermenistan’da Hocalı katliamını yapmış, ardından da Rusya’nın silah, hatta doğrudan asker desteğiyle Aralık 1991’de Karabağ’da Hankendi’ni işgal etmiş, 1992 şubatında da Hocalı katliamını yapmıştı... Ardında da Karabağ’ın tamamını işgal planını devreye sokmuştu. Yani Azerbaycan o günlerde aslında içten vurulmuştu…
Azerbaycan köylerini basan ve yakıp yıkan Ermeni çeteleri yüzünden herkes evini, toprağını terk ederek göçtü. Öncelikle kadın ve çocuklar cepheden uzaklaştırıldı.
Ay yıldızlı bayraklar hep Karabağ’daydı
Hala Türk dünyasının kalbinde tazeliğini koruyan, insanlık tarihine kara bir leke olarak geçen Hocalı şehrindeki katliam bir etnisite, soykırımdı. Ermeni çeteciler çocukları kadınları, yaşlıları öldürdüler. İnsanlığın vicdanını sızlatan utanç verici işkenceler yaptılar. Rusya’nın yönlendirmesi ve desteğiyle diğer Azerbaycan yerleşim yerlerine saldırıyorlardı. O karanlık günlerde dolaştığım Agdam, Fuzuli, Cebrayil, Kelbecer, Gubatlı, Şuşa’da insanlar yoğun roket, havan saldırıları ve Ermeni çetecilerin estirdiği terör havası nedeniyle tam bir panik içindeydi... Evleri yakılan, kurşunlanan çaresiz insanlar dünyaya seslerini duyuramamaktan yakınıyorlardı. Azerbaycan köylerini basan ve yakıp yıkan Ermeni çeteleri, yaşlı, kadın, çocuk bakmaksızın cinayetlerini sürdürüyorlardı. Bir şekilde canlarını kurtaranların anlattıkları da dehşet vericiydi. Tecavüz, işkence, kulak, parmak kesme, hatta kafa derisi yüzme gibi insanlık dışı her türlü iğrençlik, zorbalık vardı. O nedenle de herkes evini, toprağını terk ederek göçüyordu. Öncelikle kadın ve çocuklarını cepheden uzaklaştırıyorlar, onun için de ellerinde avuçlarında bulunan son paralarını da ateş hattından kaçmak için kamyonlara yatırıyorlardı. Araç bulamayanlar ise hayvanların sırtına yükleyebildiği eşyalarıyla bölgeden ayrılıyordu. Yol boyları, vadiler, tepeler köylülerin kendi olanaklarıyla yaptığı çadırlarla doluydu.
Milli Kahraman: Bagirov
Mart 1992 Agdam’dayım... Askeran’ı ele geçiren Ermeniler, Agdam’ı düşürmek için yoğun topçu ateşine tutuyor. Rus yapımı Grad füzeleri gece-gündüz sivil hedefleri vuruyor. Halk panik içinde Agdam’dan kaçıyor. Güçlü silahlarla saldıran Ermeni çetecilere karşı Azerbaycan’ın Gönüllüler Ordusu direniyor. Başlarında da komutan olarak Agdam doğumlu Allahverdi Bagirov var... Agdam Futbol takımının kaptanlığı ve antrenörlüğünden savaş meydanlarına gelen, SSCB dağıldıktan sonra bağımsız Azerbaycan bayrağını Agdam’da ilk göndere çeken, Haziran 1992’de Agdam’a dönerken aracının bir tanksavar mayınına çarpması sonucu şehit düşen ve ölümünden sonra Azerbaycan Cumhurbaşkanı’nın 24 Şubat 1993 tarihli kararnamesiyle “Azerbaycan Milli Kahramanı” unvanına layık görülen komutan... İlk karşılaştığımızda uzun, gür sakallı, kalpaklı komutan Allahverdi’nin sakinliği ve güler yüzü dikkatimi çekmişti, Agdam’daki karargâhında karşılaştığımız manzaradan da çok etkilenmiştim. Odanın duvarlarında Azerbaycan ve Türk bayrakları yan yana asılıydı. Bir başka duvarda da Mustafa Kemal Atatürk’ün posteri ve ‘Yurtta Sulh Cihanda Sulh sözleri’ vardı. Komutan Allahverdi konuşmaya “Bu bayraklar asla inmez” diyerek başlamış, ardından Rusların desteğindeki Ermenilere karşı nasıl direndiklerini anlatmıştı.
Yani 31 yıl sonra işgal altındaki topraklara giren Azerbaycan tanklarında ve bugün Karabağ’ın her köşesinde yan yana dalgalanan ay yıldızlı Azerbaycan ve Türkiye bayrakları hep oradaydı.
Genç erkekler cepheye koşuyor
O günlerde füzeler ve top atışlarıyla harabeye dönen Agdam’da gönüllülerin direnişini de 18 Mart 1992 tarihli MİLLİYET’te şöyle aktarmıştım:
“Roketlerin arkasının kesilmediği kullanıldığı saldırıda, Agdam çarşısı, pazar yerle bir oldu. Grad’lar, gece boyunca birbiri ardına kente düştü. Saldırı sırasında çok sayıda Azerbaycan Türkü hayatını kaybetti. Yaralılar helikopterlerle Bakü’ye taşındı. Agdam’ın çıkışında bulunan tren vagonlarından oluşturulan hastane güvenlik gerekçesiyle boşaltıldı. Şehitler silahların gölgesinde yapılan törenlerle toprağa veriliyor. Ermenilerim mezalimini duyan eli silah tutan yüzlerce erkek, cepheye koşmak için birbiriyle yarışıyor. Ermenilerin silah üstünlüğüne rağmen, canla başla direnen Gönüllüler ordusu, Bakü’den gelecek yardımı dört gözle bekliyor… Şuşa’yı da abluka altına alan Ermeniler, buraya destek sağlamaya çalışan Azerbaycan’ın bağlantılarını kesmiş durumda. Şuşa’da çok sayıda kişinin öldüğü yolunda haberler alınıyor...”
Azerbaycan’ın Gönüllüler Ordusu komutanı Allahverdi Bagirov’a “Azerbaycan Milli Kahramanı” unvanı verildi. 1992’de Tunca Bengin, Bagirov ile görüşmüştü.
Kaostan huzura
O yıllardaki kaostan, kara tablodan geliyoruz bugünlere... Önce Bakü’den başlayalım; 1991’de ilk kez geldiğim başkent Bakü özellikle mimarisi, geniş caddeleriyle beni çok etkilemişti. Ama gündüzleri aydınlık, geceleri de son derece karanlık ve sessiz bir şehirdi. Özellikle de darbeli süreçteki, sokağa çıkma yasaklarının uygulandığı karartma gecelerinde. Caddeler, sokaklar kalabalıktı ama insanlardaki genel hava daha çok endişe ve tedirginlik içeriyordu. Karabağ’daki Ermeni işgaline ve zulmüne tepki had safhadaydı ama bir o kadar da çaresizlik ve umutsuzluk vardı. Haksızlıklar ve cepheden gelen haberler nedeniyle kimsenin ağzını bıçak açmıyordu, bugün geldiğim Bakü ise ışıl ışıl, karanlığın tedirginliği falan yok artık. Tek bir aykırı ses, hareket söz konusu değil, herkes ortak davalarının inancı ve kararlılığıyla birbirine kenetlenmiş durumda. Haklı olarak da zafer gururu ve coşkusu yaşıyorlar. Ne kadar sevinseler az. Çünkü Ermenistan’ın her türlü hukuksuzluğu, alçaklığı karşısında 31 yıl boyunca hak, hukuk, adalet beklentisi içindeydiler. Hakları olanı alabilmek için sabrettiler. Ama işgal altındaki Karabağ’ın Azerbaycan toprağı olduğunu defalarca tescil eden BM ve oluşturduğu çözüm grupları sadece oyalamakla yetindi, hatta dalga geçer gibi davrandı. Sonunda da Azerbaycan kanıyla, canıyla sahada söke söke geri aldı...
Bölgeye özel izinle girilebiliyor
Geceyi Bakü’de geçirip ertesi sabah daha gün doğmadan özel izinle ve yetkili görevliler eşliğinde Karabağ’a doğru yola çıkıyoruz. Karabağ’da belli yerler ve sayı dışında henüz tam yerleşim yok. Hala mayınlar temizleniyor, bu arada da yıllar önce yerlerini, evlerini terk eden insanlar için akıllı köyler, şehirler inşa ediliyor. Dolayısıyla bölgeye sadece özel izinle girilebiliyor. Terk etmek zorunda kaldıkları evlerini, yerlerini görmek isteyenler bile...
Onlar arasında da kadınlar çoğunluğu oluşturuyor. İşgal edilen topraklar ve savaş hattının sınırındaki kontrol noktasında geçiş için bekleyen otobüsteki kadınlarla konuşuyorum. Hepsinin yüzleri gülüyor. Onlara 31 yıl önce MİLLİYET’te yayımlanan yazılarımı ve o güne ait fotoğrafları gösteriyorum. “Gardaş” diye sarılıyorlar, devamı da “Azerbaycan-Türkiye gardaş” şeklinde geliyor... Kontrol noktasından geçtikten kısa bir süre sonra “Zafer Yolu” tabelası sizi karşılıyor...
Yolda ilerledikçe de üzerinde “Karabağ Azerbaycandır!” yazan tabelanın ne anlama geldiğini çok daha iyi anlıyorsunuz. Sağlı sollu hemen her evin önünde bir şehit anıtı yapılmış. Her birinin başındaki direklerde de Azerbaycan ve Türk bayrakları dalgalanıyor...
Durup üzerlerindeki resimlere bakıyor ve doğum tarihlerini okuyorum. Hepsi işgal yıllarında doğmuş, vatanları uğruna şehit düşenler. Kontrol hattından uzaklaşıp Şuşa, Fuzuli’ye doğru yaklaştıkça Ermeniler tarafından yakılıp yıkılmış yerleşim yerleriyle birlikte mayınlı araziler ve şehit anıtı görüntüleri daha da sıklaşıyor.
YARIN: 31 YIL SONRA ŞUŞA’DA DOĞUM GÜNÜ KUTLAMASI